Haberin Devamı
Hayat bazen ‘Sergen’in Kadıköy’deki son dakika frikiği’, bazen ‘Fevzi’nin Gazhane tarafındaki kalede ayağının altından kaçırdığı top’tur...” yazmıştım geçen hafta Twitter’da.
Öyle durup dururken düşüvermişti bu cümle zihnime.
Başta Beşiktaşlılar olmak üzere, Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar ve futbol ile yakından alakalı diğer renklerin sevdalılarının anlayabileceği bir metafordu ‘hayat’a dair yazdığım.
O ‘Fevzi’ futbolu bırakmış.
Bu konuya birazdan geleceğim...
Bir düşünün; gerçekten de yukarıdaki futbol örneğindeki gibi değil mi aslında hayat?
Hepimiz; aynı anda hem golcü, hem kaleci değil miyiz şu hayatta?
Attığımız son dakika golleri ve hatalı yediklerimizden ibaret değil mi aslında ‘hatırat’ dediğimiz bütün?
Bizi biz yapan tecrübeler, o attıklarımız ve yediklerimizin toplamı değil mi bir bakıma?
Tabii kurtardıklarımızın da...
Arşive baktım...
14 Eylül 1996’da atmış Sergen Yalçın, Kadıköy’deki o unutulmaz frikik golünü.
Yüzlercesinden biri belki ama sembolleşmiş bir diriliş... Bir yeniden doğuş.
Ümitler tam tükenmişken... Tam “Herşey bitti” derken, tekrar ‘can’ bulmak.
Hayatın ‘bire bir’i işte.
İster, “Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş” atasözüyle açıklayın bu durumu inançlarınız doğrultusunda...
İster, daha realist bir bakışla, “İnsanın, yeteneklerini kullanarak ve çalışarak, eline geçen şansı değerlendirmesi” deyin.
İnsanı hep ‘umutvar’ yapan, hep ‘canlı’ tutan gerçek, ‘serbest vuruştan gelen son dakika golü’dür. Hiç yoksa, öyle bir golün olabilme ihtimali.
Şimdi gelelim, diğer boyutuna aynı hayatın...
Fevzi Tuncay’ın unutulmaz, acı başrol performansı ile zihinlerimize kazınan ‘hazin’, ‘bedbaht’ yanına.
14 Nisan 2000 tarihinde, İnönü Stadı’nda, maçın bitimine 10 dakika kala, defans arkadaşı Halilagiç tarafından kendisine verilen bir geri pasta topu ıskalamıştı genç kaleci.
Beşiktaş, Galatasaray karşısında 1 - 0 öndeydi...
Sadece Beşiktaşlıların değil, Türkiye’de futbol ile ilgilenen hemen herkesin ‘en dramatik anlar’ listesindedir o ıska.
Yüzlercesinden biri belki ama sembolleşmiş bir çöküş... Bir tükeniş.
Ümitler tam şahlanmışken... Tam “Herşey tamam” derken, yitip gitmek.
Hayatın ‘bire bir’i işte.
İster, “Kısmet değilmiş” deyimiyle açıklayın bu durumu inançlarınız doğrultusunda...
İster, daha realist bir bakışla, “İnsanın, sınırlı yetenekleri ve yetersiz çalışması nedeniyle, eline geçen şansı değerlendirememesi” deyin.
İnsanın bir yanını hep ‘umutsuz’ yapan, hep ‘kötümser’ tutan gerçek, ‘geri pası ıskalayıp yenebilecek o gol’dür. Hiç yoksa, öyle bir golün yenebilme ihtimali.
Hayat insanın; bazen kendi kalesine attığı goller, bazen rakibe son dakikada attıkları, bazen de rakibin 90’a gönderdiği topları kurtarması yani.
Hem forvetiz şu hayatta hepimiz, hem kaleci...
Ve o ’ıska’olasılığı hep var şu hayatta.
Beşiktaş’ın eski kalecisi Fevzi Tuncay’ın yaşamındaki tek ‘dram’, geri pası ıskalayarak kalesinde gördüğü o gol değil.
O ‘talihsizlik’ ile başlayan süreç ‘takımını yakan’ hatalar zinciri ile sürdü.
Üstelik; sıkıntılar, zorluklar yeşil sahalarla sınırlı kalmadı...
Özel yaşamındaki ‘tsunami’leri bilenler biliyor. Bilmeyenler de arşivlere bakıp öğrenebilir.
Fevzi Muğlaspor’da başlayan futbol kariyerini noktaladığını açıklamış.
“Direğe kafa atan adam futbolu bıraktı” başlığıyla verildi bu kararının haberi. Kafasını taşlara değil, kaderini sınırlayan kale direklerine vurduğu günlere atıfla...
Beşiktaş’ta geçen yedi yılın ardından oynadığı takımların listesine bir bakar mısınız?
Gaziantepspor, Samsunspor, Malatyaspor, Vestel Manisaspor, tekrar Malatyaspor, Fethiyespor, bir kez daha Malatyaspor, Diyarbakırspor, Kocaelispor, Giresunspor ve son olarak TKİ Tavşanlı Linyitspor.
Bu bir kariyer değil, ‘savruluş’ listesi aslında.
Hayatın bire biri...
Güle güle Fevzi Tuncay.
Eğer hala demediyse; umarım hayat - çok yakında - bir gün, “Yeter artık, ben de çok yüklendim bu çocuğa” der.
KEŞKE...
Mesleki heyecan ve hırsın, insani hasletleri gölgelemeden de yaşanabileceğini hepimiz görsek.