Haberin Devamı
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu sordu.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yanıtladı.
Hepimiz öğrenmiş olduk.
Son beş yılda...
Devlet; haksız yakalama, arama, gözaltı ve tutuklama faaliyetleri nedeniyle 45 milyon 141 bin 135 TL tazminat ödedi. Eski parayla 45 trilyon... Bu miktar, başkent Ankara’nın doğalgaz işletmesinin bir yıllık karı kadar.
İdareye, yani devlete, 9 bin 219 dava açılmış. Bunlardan 4 bin 375‘inde mahkum olmuş Türkiye.
Ödenen tazminat tutarı da böylece 45 milyon TL’yi geçmiş.
Benim param bu. Sizin paranız. Hepimizin parası.
Yazık günah değil mi?..
Durum böyle olunca, insan düşünüyor tabii...
1) Sözkonusu olan uygulamalar ‘haksız’ yakalama, arama, gözaltı ve tutuklama.
Bu faaliyetlere, iki makam imza atıyor bu ülkede. Yargı ve kolluk kuvveti. Yani savcı ve/veya hakim ile polis ya da jandarma.
Yapılan uygulamalar ‘haksız’ ise ‘haksızlık’ yapanlar belli. Dolayısıyla, ortaya çıkan bu tazminat yükünden de bu makamlar sorumlu.
Türkiye’nin tazminata mahkum olduğu dosyaların hangileri olduğu biliniyor.
O dosyalardaki ‘haksız’ yakalama, arama, gözaltı ve tutuklama kararlarını veren savcı ve hakimler ile uygulayan polis ya da jandarmaların adları da öyle.
Özel sektörde, herhangi bir nedenle, çalıştığınız şirketi maddi zarara uğratsanız bedeli ne olur?
Ya sebep olduğunuz kaybı sizin maaşınızdan keserler veya işinizden olursunuz.
Pekiyi o zaman bu paralar neden benim, sizin, hepimizin cebinden çıkıyor?
Görevini yaparken ‘haksızlık’ eden ve zarara sebep olanlar belli ise neden bedeli onlar değil de hepimiz ödüyoruz?
(Bu arada, mağdur olmasına rağmen, dava açmayanları hiç hesaba katmıyorum.)
Bu, konunun ‘maddi’ boyutu.
2) Meselenin, tazminat miktarından, yani ‘para’dan çok daha önemli bir boyutu var.
‘Haksız’ uygulamaların, toplumda ‘adalete olan güveni zedelemesi’ boyutu.
Eğer bir ülkenin yargısı ve kolluk güçleri, ‘haksız uygulama’ iddiası ile açılan 10 bine yakın davanın neredeyse yarısından mahkum olduysa...
Eğer her iki yakalama, arama, gözaltı ve tutuklama kararından birinin ‘haksız’ olduğu tescil edilmişse...
O zaman bu ülkenin insanı; “Benim yargıya, polise, jandarmaya güvenim yok” deme hakkına fazlasıyla sahip demek değil midir?
Bu ülkenin başbakanı, yıllar önce, belediye başkanlığı döneminde, “Talim Terbiye’nin onay verdiği bir şiir yüzünden hapis yattım” diyerek, bir dönemin yargısının; bağımsız olmadığını, o dönemin hakim güç odaklarından aldığı talimatlar doğrultusunda hüküm verdiğini söylüyorsa...
Yıllar sonra, bugün birileri, “Yargı bağımsız değil. Yargı da, kolluk kuvvetleri de; siyasallaştılar, bugünün hakim güç odaklarının etkisi altında karar alıp faaliyet gösteriyor” diyorsa...
Ve bu insanların dile getirdikleri ‘haksız uygulama’ iddiaları, ülkenin ödemeye mahkum olduğu tazminatlar ile doğrulanıyorsa...
Yargı ve kolluk kuvvetleri siyasallaşmışsa...
Yargı ve kolluk kuvvetleri dönemsel güç dengelerine göre pozisyon belirliyorsa...
Yargı ve kolluk kuvvetleri durumdan vazife çıkartıyorsa, durum vahim demektir.
Ve bu vahim durumda, insanların bu makamlara olan itimatlarını yitirmemelerini beklemek olsa olsa hayalciliktir.
Üstelik böyle bir durumda, ödediğiniz, daha doğrusu ödediğimiz tazminat miktarının da hiçbir önemi yoktur.
Çünkü savcıya, hakime, polise, jandarmaya duyulan güven kaybolduğunda, bunun yeniden oluşması parayla olacak iş değildir.
O güveni yerine geri, kolay kolay koyamazsınız.
Kaç milyon TL öderseniz ödeyin.
KEŞKE...
Stadyum ve spor salonlarında, rakibe küfür etmenin ya da sahaya yabancı madde atmanın maçı kazandırmadığını anlayabilsek...