Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, katıldığı canlı yayında yer verilen ‘Mısırlı babanın Adeviyye Meydanı’nda öldürülen kızı Esma’ya yazdığı mektup’ üzerine gözyaşlarını tutamadı. Ağladı...
Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın ağlamasını siyasi bağlamda değerlendirdi, “Çaresizlik ve zavallılık” olarak gördüğünü söyleyip eleştirdi.
Siyaset böyle bir şey işte... Her türlü ‘insani’ gerçekliğin önüne geçiyor.
Öyle ki; kişilik özellikleri bakımından belki de en ‘hassas’ politikacılardan biri olan Kılıçdaroğlu bile, siyasi rakibinin gözyaşlarının samimiyetine inanmıyor.
Kılıçdaroğlu’nun gözyaşları
Başbakan Erdoğan’ın son televizyon programından önce en çok gözyaşı döktüğü gün 8 Ekim 2011’di.
Annesi Tenzile Erdoğan’ı son yolculuğuna uğurlarken çok ağlamıştı Erdoğan.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmişinde de var elbette gözyaşı döktüğü olaylar.
Yakın geçmişten iki örnek...
Mesela 2011 martında, kayınpederi Ali Hıdır Özdağ’ın cenazesinde gözleri yaşlıydı Kılıçdaroğlu’nun.
Mesela 2012 mayısında, Cumhuriyet Gazetesi’nin kuruluş yıldönümü resepsiyonunda, CHP İstanbul Milletvekili Sabahat Akkiraz’ın, Mustafa Balbay için söylediği “Bu da gelir bu da geçer” türküsünü dinlerken yine gözleri dolmuştu.
Ve çok eskilerden, çok acı bir anı. Hatta en acısı:
(Kılıçdaroğlu’nun Hürriyet’ten Faruk Bildirici’ye 2010 haziranında verdiği mülâkattan.)
“Hayatımın en acı günü ilk oğlumuz Devrim Fırat’ı kaybettiğimiz gündü. Ben askerdeyken eşim babamların yanına Ağrı’nın Patnos ilçesine gitti, orada doğum yaptı. Oğlumuzu İstanbul’da sarılıktan kaybettiğimizde daha bir yaşını doldurmamıştı.”
Acıların en büyüğü, tarifsizi... Evlat acısı. Allah kimseye yaşatmasın.
Kemal Kılıçdaroğlu, “Hayatımın en acı günüydü” dediği o gün çok ağlamıştı eşi ile birlikte.
Gözyaşı üzerinden bile bölünmek
Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan’ın canlı yayında ağlaması” hakkında yaptığı değerlendirmenin sebebi, o gözyaşlarının samimiyetine inanmıyor olması.
CHP’den, Kemal Kılıçdaroğlu’na yakın kaynaklar böyle diyor.
Ne acı...
Tamamen ‘insani’ bir refleks olan ‘ağlamak’; yerine, zamanına ve kişisine göre içten olup olmadığı sorgulanabilecek bir fiile dönüşmüş durumda artık.
Siyasette gelinen noktanın en somut, en net, en çarpıcı sonucu bu olsa gerek.
Tavanda, liderler boyutunda karşımıza çıkan bu durum; tabanda, vatandaş düzleminde de hiç farklı değil.
Tavandaki tablo mu tabanda yaşanan ayrışmanın sonucu yoksa taban mı tavanın aynası, o tartışılır ama “Esma’ya ağladın, Ali İsmail’e neden ağlamadın?” cümlesiyle özetlenebilecek vahim bir ‘karşıtlık’ ruh hâlinin sarmalında yaşıyoruz toplum olarak.
Her olayda böyle üstelik.
“Sen ben”, “Siz biz”, “Biz onlar”...
Gözyaşlarımızı bile bu kamplaşmaya göre ayırır olduk artık.
Daha kötüsü ne biliyor musunuz?
Bu ayrışmanın var olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz.
Hemfikiriz ama bu durumdan kendimizi hiç sorumlu tutmuyoruz. Suç hep karşımızdakinde!
Her zaman, her konuda olduğu gibi yani.
KEŞKE...
Birilerinin bazen, ateş olmayan yerden de duman çıkartabileceğinin farkına varsak.