“Öfkeli değiliz. Kimseye özel bir husumetimiz, asla yok. Hatta ben kişisel olarak, bizim meselemizde genel itibariyle medyanın iyi bir sınav verdiğini bile düşünüyorum.”
Bu sözler Erdem Gül’e ait...
***
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ‘hak ihlâli’ kararı doğrultusunda tutuksuz yargılanmak üzere Can Dündar ile birlikte tahliye edilen Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ü aradım dün telefonla.
Ankara dışında, ailesiyle birlikte dinlenirken yakaladım Erdem’i. Eşi ve iki çocuğuyla hasret gideriyordu.
Önce onları konuştuk... O içerideyken, O’nu dışarıda bekleyenleri...
Eşi Aslı ve oğulları Sarp Güney ile Deniz’i...
Bir babanın çaresizliği
Sarp beşinci sınıf, Deniz ise henüz ilkokul birinci sınıf öğrencisi...
“İçeride en çok onları özlüyor, ailesini düşünüyor insan” dedi Erdem.
Ve şöyle devam etti:
- Etkisiz bir elemansın içeride... Elinde telefon yok, çocuklarına ulaşma, onlarla ilgilenme şansın yok. Çok kötü ve çaresiz hissediyor insan. Aslı’ya (eşi) çok yük düşüyordu tabii benim yokluğumda. Bu meselenin çocuklar üzerinde büyük bir travma yaratmaması için... Şimdi, onlarla beraberken görüyorum ki; Aslı sağ olsun bu süreci büyük bir başarıyla yönetmiş. Ayrı geçen 92 günün çocuklar üzerinde öyle büyük bir iz bırakmamasını sağlamış. Şimdi ikisiyle de, geride kalan o sıkıntılı sürecin bıraktığı tortuyu ortadan kaldırıyoruz beraberce.
Deniz’in resmi
7 yaşındaki Deniz, babasına vermek üzere bir resim çizmiş, Erdem’in tutukluluğunun ilk günlerinde...
Erdem anlatıyor:
Okuma yazmayı yeni öğrendiği için bir resim çizmiş Deniz. El ele tutuşmuş baba oğul... İkimizi çizmiş ve “Bu babamla bizim son günümüz” demiş... Cezaevi yönetimi bana, içeriye gönderilmesine önce izin vermemiş bu resmin. Sonra ulaştı elime... Yüreği sızlıyor insanın...
Yılbaşı kutlaması
Ve içeride geçen 92 günden kalan, iz bırakan anlar, olaylar...
- İlk 40 gün yan yana iki yerde kaldık Can (Dündar) ile... Tek tek... Duvarlar öyle yüksek ve kalındı ki, ancak çok çok bağırırsak birbirimize sesimizi duyurmamız mümkün olabiliyordu. Pek yapmadık gerçi bunu...
- Yılbaşı gecesiydi... Gece yarısına doğru, Can bir ara görevlileri çağırma butonuna basmış. Hücrede görevlileri çağırmak için bir buton var, ona bastığında görevli geliyor ve kapıdaki diyafon vasıtasıyla konuşabiliyorsunuz. Can, “İyi seneler olsun” dedi oradan saat 12’ye birkaç dakika kala. Birbirimizi görmeden, yeni yılımızı kutladık yan yana hücrelerden seslenerek. İlk 40 günü böyle, yan yana ama ayrı geçirdik. Kalan 52 günde ise beraberdik, aynı odada...
Tahir Elçi şoku
- İçerideki ilk günümüzde gazeteleri okurken, bizim tutuklanmamıza tepkiler arasında Tahir Elçi’nin, “Demokrasimiz açısından olumsuz bir gelişme” dediğini okudum. Hemen ertesi gün kantinden televizyonlarımızı aldırdık. Ve televizyonlu ilk günümde, ekranda Tahir Elçi’nin öldürüldüğü haberi vardı. Şok anım buydu.
- Gazeteleri didik didik okudum her gün. Can, Cumhuriyet’ten başlıyordu okumaya, ben iktidara yakın medyadan... Cumhuriyet ile de bitiriyordum. Sürekli çatışma, sürekli ölüm haberleri okuduk. Bu ülkenin iyi habere ihtiyacı var, hepimizin... O kadar çok iyi haber açığımız var ki...
Kimseye husumetim yok
- Öfkeli değiliz. Kimseye özel bir husumetimiz, asla yok. Hatta ben kişisel olarak, bizim meselemizde genel itibariyle medyanın iyi bir sınav verdiğini bile düşünüyorum. Hakkımızda yazanların geniş bir kesimi tutuksuz yargılanmamızdan yanaydı. Bizi suçlayanları, tutuklu kalmamız ve müebbet hapis cezası almamızı savunanları medya içinde istisna sayıyorum. Bu yüzden umut doluyum aslında. Şu kutuplaşma havasını geride bırakmalıyız. Daha çok birbirini anlamaya, kavuşmaya, barışmaya ihtiyacı var toplumun...