“Bu zihniyetin, sadece politik anlamda da değil, günlük hayatta kullandığımız dilin, birlikte yaşama kültürünün gözden geçirilmesi lazım. Burada en önemli gördüğüm, ‘mahalle kültürü’. O eski ‘mahalle’ herkesi barındırıyordu”
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile Ünye’de, doğduğu evin bahçesinde konuştuk.
Eşi Sevgi Hanım ve akrabalarının kurduğu, yerel lezzetlerle donatılmış kahvaltı sofrasında...
Kurtulmuş söze, “Bu ev ve Ünye ile ilgili çok güzel hatıralarım var” diye başlayınca, röportajın ilk sorusu da şu şekilde çıktı ortaya:
- Bugünün çocuklarına, sizinki gibi güzel hatıralar biriktirebilecekleri bir çocukluk ve gençlik yaşayabilmeleri için neler vaat ediyorsunuz?
“Biz aile olarak 80 küsur yıldır İstanbul Fatih’te yaşıyoruz. 5 kardeşiz. 4’ü İstanbul doğumlu, bir tek ben burada, bu evin öndeki, denize bakan odasında doğmuşum. Sonra da çocukluğum boyunca her yaz buradaydım. Paşabahçe denilen bu semtte, o dönemlerde bu gördüğünüz evlerin hiçbirisi yoktu. Envai çeşit meyve ağaçlarının arasında yaşardık. Bir hamam ve bir yazlık sinema vardı sadece. Herkesin evinin kapısı açık, son derece güzel bir ortam vardı. Ama maalesef, bütün Türkiye’de olduğu gibi, bu cennet de çirkinleşti. Çakırtepe’ye çıkıp Ünye’ye baktığınızda buranın da zaman içinde nasıl çirkinleştiğini görüyorsunuz. Türkiye çok hızlı şehirleşti, iç göç ile birlikte ölçüsüz şehirleşti. Şimdi onun sıkıntısını yaşıyoruz. Yeni nesil, çocuklar yaşamıyor bizim yaşadığımız güzellikleri.
Özellikle de komşuluğu... Bu çirkin büyüme ile birlikte komşuluk ilişkileri de ortadan kalktı. İstanbul’dan da hatırlıyorum, çocukluğumuzda bizim apartmanımızda hiçbir kapı kapalı olmazdı. Biz çocuklar olarak hangi evde güzel yemek varsa, kapıyı çalar, o evde yerdik yemeğimizi.”
- Yeni Türkiye, bu anlamda ‘eski Türkiye’ olsun da... Bu nasıl olacak?
“Şimdi geriye dönmek çok zor ama Türkiye bu dönüşümleri yapmak mecburiyetinde. Mesela kentsel dönüşüm... Bir medeniyet, bütün iddiasını ortaya koyduğu şehirlerle gösterir. Maalesef bugün baktığınızda, dünyanın her tarafında güzel binalar eski binalar, çirkin binalar da, her ne kadar akıllı olsalar da yeni binalar. Dolayısıyla bu ortaya çıkan güzellikler bir tasavvuru da, düşünceyi de ortaya koyuyor. Demek ki bizim önce tasavvurumuzu düzeltmemiz, düzelmeye düşünce dünyamızdan başlamamız lazım. Yani çok ileri, çok modern olmak, çok yüksek katlı, çok akıllı binalarda oturuyor olmak demek değil ki. Güzel, estetik, insani, fonksiyonel binalar mümkün. Bir şehre baktığınız vakit oradan milletin kültürü yansır. Türkiye bunu yapmak zorunda, yapabilir.”
Zihniyet değişikliği şart
- Ama bunu yaparken, örneğin az önce bahsettiğiniz komşuluk örneği... Bunun tekrar hayata geçebilmesi için öncelikle bugün toplumda var olan ve hepimizin şikayet, hatta endişe ettiği bölünmüşlük, ayrışma, kamplaşma durumunun ortadan kalkması gerekmiyor mu?
“Tabii, onu kastediyorum. Bu zihniyetin, sadece politik anlamda da değil, günlük hayatta kullandığımız dilin, birlikte yaşama kültürünün gözden geçirilmesi lazım. Burada en önemli gördüğüm, ‘mahalle kültürü’. O eski ‘mahalle’ herkesi barındırıyordu. Zengin - fakir, okumuş - okumamış, çok dindar - az dindar, toplumun farklı kesimleri, ön yargısız şekilde birlikte yaşardı. Mesela İstanbul’da gayrimüslim vatandaşlarımızla müslüman çoğunluk yan yana yaşıyordu. Önce mahalle ayrıştı... Siteler bir takım ruhsuz yerleşim mekanları haline geldi. Yine ben çoçukluğumdan hatırlıyorum, mahallemizin bütün fakirleri bilinir ama herkes birlikte yaşardı. Öyle bir hayat standartı farkı da yoktu. Mesela Ramazan gelmeden evvel, bütün insanların ihtiyaçları giderilir, bunu mahallenin birkaç varlıklısı kendi arasında halleder, bu konuşulmazdı bile. Bütün bunların şimdi yeniden halledilmesi lazım.”
- Çözüm nerede?
“Birlikte yaşama kültürü aslında, kullandığımız dile, davranışlarımıza da yansıyor. Türkiye’nin aslında böyle bir ‘dil ve gönül restorasyonu’na gitmesi gerekiyor. Bizdeki gibi bir dil ve gönül birlikteliğinin olduğu başka bir millet de yoktur zannederim.”
‘Cumhurbaşkanı gölge düşürmüyor’
- “Cumhurbaşkanı Başbakan’ı ikinci plana itiyor” görüşünde olanlara katılmıyorsunuz o zaman siz...
- Ben Tayyip Erdoğan’ın sahaya çıkmış olmasının, Sayın Davutoğlu’nun başbakanlığına en ufak bir gölge düşürmediğini, hatta tam tersine, bu anlamda Cumhurbaşkanı ile uyumlu bir Başbakan profilinin daha da net şekilde ortaya çıkması bakımından ciddi bir katkı sunacağını düşünüyorum. Hizmetin devamlılığı anlayışının göstergesi olması açısından da önemli olduğu kanaatindeyim.
Halkın geri gitme endişesi
- 13 yıldır tek başına iktidar olan partinize, insanlar şimdi neden tekrar oy versin? Onları buna yönlendirecek olan, insanların günlük yaşamlarına dokunan ne vaat ediyorsunuz?
Yeni Türkiye’nin inşaası dediğimiz süreç, vatandaşımız tarafından bir şekilde algılandı, algılanıyor. Halkımız gelinen demokratikleşme seviyesinden geri gitmesinden endişe duyuyor ve Ak Parti’ye destek vermesinin en önemli gerekçelerinden biri bu. İkincisi özgürlükler alanı. İnsanlar bunu tekrar kaybetmekten endişe ediyor. Yolun yarısında durmayalım, duraksamayalım. Bu duygu var insanımızda. Tabii hizmetler konusu da var. Bir de tabii, bizim bu seçim kampanyasındaki en büyük avantajlarımızdan biri de ‘alternatif’. Birbiriyle anlaşamayan, hele üçlü koalisyonun o kötü dönemi hafızalarda canlı... Herhangi bir sorunu çözemeyen bir Türkiye’ye geri dönmekten endişe ediyorlar.”
Derviş mi, Temizel mi?
“Her iki partinin (CHP ve MHP) seçim beyannamelerini de çok teferruatlı şekilde okudum. CHP ile ilgili söyleyeceğim şu: Vaatleri, ekonomik programları, tam bir kafa karışıklığının yansımasıdır. Yani zaman zaman son derece neo liberal, Avrupa’nın yeni sağı diyebileceğimiz söylemlere sahip, zaman zaman ise sosyal demokrat söylemlere sahip. CHP önce bu kafa karışıklığını ortadan kaldırsın. Kemal Derviş zihniyeti mi iktidar olacak, Zekeriya Temizel zihniyeti mi? Bu çelişki programa yansıyor.”