Kastamonu, İzmir, Buldan (Denizli), Samsun, Elazığ, İzmit (Kocaeli), Malatya, Karabük, İskenderun (Hatay), Aksaray, Zonguldak, Nevşehir.
Bunlar, ‘akil insanlar’ heyetlerinin tepkiyle, protestolarla karşılandığı kentler ya da ilçeleri.
Küfür ve şiddete başvurulmadıkça, her türlü protesto, doğal hak. Buna kimsenin söyleyecek sözü olmamalı.
‘Akil insanlar’ı; barış için elini taşın altına koyan, sorumluluk alan kanaat önderleri olarak görüp takdir edenler olduğu gibi, bu heyetin üyelerini hıyanet ile suçlayıp tepki gösterenlerin olması da tabii bir durum.
Ama...
Birkaç istisnai nümayiş dışında...
Zamanında, şehit cenazeleri art arda gelirken; teröre, terörist PKK’ya karşı neden sokağa dökülmedi insanlar?
Bu ülkenin barıştan yana insanları, zamanında sokaklara dökülüp, teröre, teröriste karşı sesini yükseltseydi; bugün protesto edeceği ‘akil misafirler’i olur muydu acaba?
Merak ettiğim bu.
Yazının başlığındaki meşhur şarkı sözünde olduğu gibi yani.
SOKAKTAKİ İNSAN SORUYOR
Yolda önümüzü kesen soruyor.
Manavda, markette, restoranda, berberde; tezgâhtar, kasiyer, garson, kuaför soruyor.
Maçta tribünde taraftar, sanat galerisinde sergi açılışında ressam soruyor.
Farklı ortamlarda karşılaştığımız hemen herkes, farklı sözcüklerle ama aslında hep aynı soruları soruyor.
Herkesin kafasında benzer sorular uçuşuyor:
“Ne oluyor?”
“Sadece birkaç ay içinde, ne oldu, nasıl oldu da bu noktaya gelindi?”
“PKK silah bırakmayı nasıl kabul etti?”
“Öcalan’a ne vaat edildi de örgütüne silah bırakıp çekilme talimatını verdi?”
“30 senenin sonunda gelinen bu noktada, şimdi kim kazanmış, kim kaybetmiş oldu?”
“Öcalan Mandela mı olacak?”
“Tabii ki terör dursun, kan akmasın ama PKK ne karşılığında vazgeçiyor mücadelesinden?”
“MHP ne yapacak?”
“Genel af mı çıkacak? Öcalan ile Ergenekon ve Balyoz sanıkları hep birlikte af mı edilecek?”
“Türkiye bölünecek mi?”
Sorulara aklımız erdiğince, dilimiz döndüğünce cevap veriyoruz; kimseyi tatmin edemiyoruz.
“İyi ama...” diye başlayan yeni sorular geliyor art arda.
Başbakan’ın, bakanların, konuyla ilgili yetkililerin açıklamalarını hatırlatıyoruz; “Bakın bu sorduğunuz konuda, ilgililer şunları söylüyor” diyoruz, kimseyi ikna edemiyoruz.
“Öyle derler ama...” diye başlayan güvensizlik ya da tereddüt dolu ifadelerle yeni sorular sıralanıyor ardı ardına.
Sokaktaki insan ‘gerçekte ne olup bittiğini’ anlamakta zorlanıyor.
Biz de elimizdeki bilgiler ışığında anlatmakta.
Sohbetler hep, “Hayırlısı” diye bitiyor. “Bazı şeyleri de yaşayarak göreceğiz” diye...
KEŞKE...
Bir köşe yazısını okuduğumuzda öfkeleniyorsak, tepki göstermeden önce bir kez daha okuyup üzerinde bir defa daha düşünsek.