Çatışma haberi gelmeyen gün yok.Ölü - yaralı haberi duymadığımız, şehit cenazelerini izlemediğimiz gün de...
***
Suriye sınır hattındaki kent ve ilçe merkezlerine roketler düşüyor, mermiler geliyor; sokakta yürüyen, evinde oturan insanlar ölüyor, yaralanıyor.
***
İstanbul’un, Ankara’nın merkezlerinde bombalar patlıyor; masum insanlar ölüyor, yaralanıyor.
Anne - babalar evlatlarını, evlatlar anne - babalarını kaybediyor...
***
Anneler, babalar evlatları için endişeli; evlatları onlar için...
Topluma hakim olan ‘travma’dan herkes payına düşeni alıyor.
Daha dün...
10 yaşında bir çocuk, 8 Mart Kadınlar Günü Yürüyüşü’ne gideceğini söyleyen annesine aynen şöyle dedi örneğin:
- Anne n’olur gitme eyleme falan. Ölmeni istemiyorum !
Sokağa çıkmak, bir yürüyüşe, kitlesel bir eyleme katılmak ‘ölüm’ ile eş anlam kazanabiliyor daha o yaştaki bir çocuğun zihninde.
Velev ki ‘münferit’ bir örnek olsun bu aktardığım.
Önemli olmadığı anlamına gelir mi?
***
Bazılarımız ailelerinden canlar kaybediyor, bazılarımız hısım - akrabadan...
Kimimiz eş - dost çevresinden sevdiklerini yitiriyor, kimimiz hiç tanımadığı insanların acılarıyla kederleniyor.
Derin ya da değil, çok ya da az; iz bırakıyor ülkenin gündemi hepimizin zihnine, psikolojik durumuna.
***
Belki başınıza gelmiştir ya da bir şekilde fark etmişsinizdir...
Yemek yediğiniz restoranda garson elindeki tepsiyi düşürse ya da oturduğunuz bir yerde kapı çarpsa; yani şiddetli bir ses duyulsa... İnsanlar refleks olarak sadece irkilmiyor artık. Herkesin yüzünde aynı endişeli ifade oluşuyor bir anda.
Ya da trafikte bir otomobilin egzozundan veya seyir halindeyken patlayan lastiğinden, kuvvetli bir ses çıksa; yine sıradan bir irkilme değil yaşanan... O bildik “acaba” korkusu beliriyor insanların gözlerinde.
***
Hepimiz diken üstündeyiz tabiri caiz ise...
Tedirgin, gergin...
İnsan ilişkilerimize, aile içi yaşamımıza, toplumsal hayatımıza yansıyor o tedirgin ve gergin ruh hâlimiz.
“Yansımıyor” diyebilir misiniz?
***
Dönemlere göre değişiyor toplumsal travmaların nedenleri, gerekçeleri...
Bir zamanlar insanları intihara sürükleyen ekonomik kriz gibi mesela.
Veya 99 Marmara Depremi sonrası özellikle o bölgede yaşayanları teslim alan korku gibi.
Ya da bir dönem neredeyse herkese hakim olan, izlenme / dinlenilme paranoyası gibi.
***
‘Süreğen travma’ diyor uzmanlar bu duruma. Müzmin, kronik travma yani...
Sosyal psikolojinin ilgi ve görev alanına giriyoruz hepimiz.
‘Depresyon’ ve ‘travma sonrası stres bozukluğu’ olarak adlandırılıyor bahsettiklerim.
Psikologlar, “Yaşadığınız ruhsal sıkıntılar günlük yaşamınızı etkileyecek boyuta ulaştıysa, bir uzmana danışmalısınız” diyorlar.
Yardım alabileceğimizi söylüyorlar. Gerekirse ilaçla tedavinin bile mümkün olduğunu hatırlatıyorlar.
Bu durumun, bizim (kişisel) güçsüzlüğümüz ya da eksikliğimizden kaynaklı olmadığını vurguluyorlar.
***
Sözün özü...
“Çağın, dönemin, dünyanın ve ülkenin gerçekleriyle yaşamaya alışmalıyız” diyorlar ya...
Bu gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor öncelikle.
Sonra da üzerimizde yarattığı etkilerle baş etmek için yapabileceklerimizin farkında olmamız.
Kolay değil ama mümkün.
Ve uğraşmaya değer...