Başlıktaki soru bir tez konusu olsa, en başarılı rapor Türkiye’de yazılır !
Çünkü...
Bir terör örgütünün silahlı mücadele yoluyla amacına ulaşıp ulaşamamasında, içinde doğduğu ve hedef aldığı devletin yönetimindeki ‘ulus’un bilinç seviyesi ve hareket tarzı belirleyicidir. ‘Harekât’ değil, ‘hareket’ tarzı... Esas olan budur.
PKK‘yı değerlendirirken salt ETA ya da IRA örneklerine bakarak ahkâm kesenlere ‘terör uzmanı’ muamelesi yapılan bir ülke Türkiye.
Öz itibariyle benzerlikler gösteriyor olsa da, her terör örgütü ancak; faaliyet gösterdiği zaman dilimi ve yere göre ele alınabilir. Dönem ve coğrafyanın yanı sıra, hedefindeki devletin yapısal özellikleri de o örgüte bakışta gözetilmesi gereken parametrelerdendir. Ezberler, teorik kalıplar bir yere kadar ciddiye alınabilir.
Son örnekte de durum değişmedi...
PKK’nın bir milletvekilini kaçırıp alıkoyması üzerine konuşulanlara, yazılanlara ve tabii konuşanlar ile yazanlara bakıyorum...
Tunceli bölgesinin arazi yapısını dahi bilmeyenler anlatıyor da anlatıyor.
Değil gidip görmüş olmak; Ovacık’ın, Hozat’ın, Pülümür’ün, Ali Boğazı’nın yerlerini harita üzerinde bile gösteremeyecek olanlar konuşuyor da konuşuyor.
Tunceli’nin Erzincan’a çıkış yolu ile Bingöl’e iniş güzergahının farkını bilmek bir yana, bu şehrin komşu vilâyetlerini bile sayamayacak olanlar yazıyor da yazıyor.
Toplumun önüne ‘kanâat önderi’ diye çıkartılanlar böyle olunca, o toplumun kanâatinin bu denli sağlıksız ve gerçeklerden uzak şekillenmesi de şaşırtıcı olmuyor tabii.
Bu ülkede terör konusunda yıllardır teşhis - tedavi denkleminin bir türlü kurulamaması gerçeği önümüzde duruyor.
Teşhis doğru olmayınca, daha doğrusu ‘birilerinin doğruları’ yerine ‘gerçek’ bir türlü teşhis edilemeyince; uygulanan hiçbir tedaviden de, hâliyle sonuç alınamıyor. İlaç bazen ‘yetersiz’ kalıyor, bazen ‘aşırı doz’ oluyor, bazen de ‘yan etkiler’i bünyeyi allak bullak ediyor.
Sırf konuşmuş olmak için konuşanlar, sonuç olarak örgütün amacına hizmet ediyor.
Daha çok spekülasyon, daha bulanık su, daha puslu hava...
Zihinlerde oluşan soru işaretleri, karışan kafalar hep terörün arayıp da bulamadığı ortama katkı sağlıyor.
Böyle dönemlerde öncelikle yapılması gereken ‘konuşmak’ değil, sessizce çalışmaktır.
Susmak ve gereğini yapmak...
Sorumlu ve yetkili makam/mevkilerde bulunanların ‘açıklama’ değil, ‘gereği’ni yapmasını beklemektir topluma düşen.
CHP süreci neden yerinden yönetmez?
Kaçırılan, evet bir milletvekili. Ama öncelikle bir insan. Teröristlerin elinde rehin durumdaki bir insan.
Bu gerçeği, konunun diğer bütün boyutlarından ayrı bir yere koymak ve ne olursa olsun akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Mesela siz olsanız, ailenizden biri teröristlerce rehin alınmış olsa; güvenlik güçlerinin bir ‘kurtarma operasyonu’ düzenlemesini ister misiniz?
Meselenin en can alıcı, en insani yanı bu.
Gelelim, bir milletvekili kaçırılmış ve teröristlerin elinde rehin durumda olan CHP‘nin durumuna...
Genel Başkanı Tuncelili olan CHP, “Hüseyin Aygün sağ salim aramıza dönünceye kadar, genel merkezimiz, Tunceli il başkanlığımızdır“ diyemez miydi?
CHP, bu iş çözülünceye kadar, parti yöneticilerinin ve milletvekillerinin tümü ile Tunceli’ye taşınamaz mıydı?
Böyle bir adım, “Biz buradayız. Hem milletvekilimize sahip çıkıyor hem de teröre ve terör örgütüne yerinde meydan okuyoruz” haykırışı olmaz mıydı?
Eminim, “Genel Merkezi geçici olarak Tunceli’ye taşıma” fikrine, hemen ve onlarca karşı görüş seslendirebilirsiniz.
CHP yöneticilerinin de, bu fikrin ‘mantıklı’ ya da ‘gerçekçi’ olmadığına yönelik hemen ve onlarca gerekçe bulabileceklerine hiç şüphem yok.
O zaman ben de sorarım:
“Bugüne kadar Ankara’dan aldığınız ‘mantıklı’ ve ‘gerçekçi’ kararlar ile nereye vardınız?” diye.
KEŞKE...
Bazı eleştirilerin aslında bizim iyiğilimize olduğunun farkına varabilsek.