“Kırgınlık... Tabii ki kendimi yenileme, kendimi aşma arayışı da var ama Ankara’dan Toronto’ya gitmemdeki asıl sebep maalesef bu; kırgınlık.”
Ressam Hikmet Çetinkaya’ya ait bu sözler...
Tuvallerin üzerine serpiştirdiği gelincikler ile özdeşleşen, “Gelinciklerin ressamı” olarak tanınan Çetinkaya’ya...
**
Eşi Oytun Çetinkaya ve küçük oğulları Doruk ile birlikte hayatının yarısını Kanada’da sürdürüyor Çetinkaya.
Bu aralar Ankara’daymış.
Karşılaştık, sohbet ettik...
**
- Neden gittiniz Kanada’ya? Küstünüz mü, kaçtınız mı?
Kaçmadım. Bir terk ediş değil bu kesinlikle... Burası benim ülkem. Gurur duyduğum ülkem. Orada, Türk olduğumu öğrendiklerinde yaşadıkları şaşkınlık bana gurur veriyor mesela. Ülkeme borcumu da böyle ödediğimi hissediyorum. Ama evet, biraz uzaklaşmak istedim. Kendimi yenilemek, kendimi aşmak için... Fakat asıl sebep tabii ki kırgınlık. Bizim camiadaki, sanat dünyasındaki kirliliğe bulaşmama, temiz kalma arayışı biraz da.
**
- Bu ‘kirlilik’ ifadesi bütün bir camiayı lekelemiyor mu? Biraz açsak bunu...
Elbette sanatçının da, galericinin de, müzayedecinin de, eksperin de, koleksiyonerin de olması gerektiği gibi olanı, saygı değeri, eli öpülecek olanı var ama bir o kadar da bu dünyayı kirleten var maalesef. Ben önce, bir sanatçı olarak özeleştiri yapıyorum. Biz sanatçılar ne yaptık, ne kadar yaptık, neyi ne derece doğru yaptık bunu sorguluyorum. Biz kendi evimizin, atölyemizin önünü ne kadar temiz tuttuk?
- Mesela ne yanlış yaptınız ressamlar olarak?
Bakın, Türkiye’de pasta küçük. Sanatçı kesimi, bu pastadan pay kapabilmek için kaşığı öyle hoyratça salladı ki pastaya; birbirimizin de gözünü çıkardık, başkalarının da. Oysa yapmamız gereken pastayı büyütmek için uğraşmaktı. Genelde bunu yapmadı bizim sanatçılarımız.
**
- Toronto’da ressam olmak ile Ankara’da ressam olmak arasında ne fark var peki?
En basit fark, gördüğünüz muamele, size verilen değer... Belediye başkanından, pasaport kontrolündeki polise kadar saygı görüyorsunuz. Günlük yaşamda da öyle... Bir resim yapıp astığınızda, bizde genellikle, “Ne var bunda, çok basit, bunu ben de yaparım” türünden yaklaşımlarla karşılaşırız biz. Orada ise insanlar saygı duyuyor, çözmeye çalışıyor, anlamak istiyor, “Acaba hangi duyguyla yaptı” diye sorguluyor. Benim Kanada’da gördüğüm şu oldu... Özgünlük çok önemli. Bizim yurt dışına açılamayışımız özgün olamamaktan kaynaklanıyor. Kusura bakmasınlar ama yine açık konuşacağım; çoğunluğun yaptığı çalma, çırpma çünkü.
**
- Eşiniz, çocuğunuz, siz... Ufkunuzun değiştiğini mi anlamalıyım bu anlattıklarınızdan?
Doruk daha küçük... Oytun da, ben de sürekli maalesef kıyaslıyoruz her şeyi... Burada var, bizde neden yok diye hayıflanıyoruz. Trafiği, ormanları, hayvan haklarını... Her şeyi kıyaslıyoruz üzülerek. Ve görüyoruz ki iş gelip yine eğitime dayanıyor. Bizde “Bırak cahil kalsın” anlayışı var. Çünkü insanlar eğitimsiz olduğu sürece rant var bizde. Kadercilik var. Bir insan ölüyor, hep “Kader böyleymiş...” Orada ise hep sorgulama... Biri öldü, neden önlem alınmadı? Bir başkasının ölmemesi için neler yapmalıyız? hep eğitim ve özgüven var.
**
Sevip sevmemek, beğenip beğenmemek ayrı mesele; Hikmet Çetinkaya “Kral çıplak” diyor ve o sadece bir örnek.
Resim dünyası, sanat camiası da öyle.
Hemen her alanda geçerli bu yazıda anlatılanlar.
Ne çok seviyoruz kırmayı, ne iyi biliyoruz küstürmeyi, kaçırmayı.
Sonra da, ‘beyin göçü’nden dert yanıyoruz.
Küstürdüklerimiz gittikten sonra değerli oluyor.
Kaçırdıklarımızın kıymetinin farkına kaybettikten sonra varıyoruz.
Böyle gelmiş, böyle gidiyor.