Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, önceki akşam atv’de, canlı yayında yaptığı açıklamaların içinden bir cümleyi ayrı bir yere koymamız gerekiyor.
Manşetlere çıkan, doğal olarak, “Alacaksan beni al” sözü oldu ama bu üç kelimenin devamında, üç sözcüklük bir cümlecik daha var.
Bakın o bölümün tümü nasıl?
“Bir başbakan olarak direkt bana bağlı olan müsteşarıma sahip çıkmazsam... Ona talimatı veren benim. Alacaksanız beni alın. Talimatı veren benim. Talimat verilen alınmaz. Çok yanlışlar yapılıyor. Alacaksan beni al.”
Bahsettiğim ‘üç sözcüklük cümlecik hangisi biliyor musunuz?
“Talimat verilen alınmaz” cümlesi.
Başbakan, “Talimat verilen alınmaz” sözüyle, “Talimatı veren alınır” diyor.
İsimlendirmek, bir anlamda hedef göstermek gibi oluyor. Bu yüzden, uzun uzun örnekler ve isimler vermeyeceğim.
Hepiniz biliyorsunuz. Hepimiz biliyoruz...
Beni ilgilendiren, Erdoğan’ın dile getirdiği bu prensip.
Ve sorum şu...
(Aldığı talimatların dışına çıkan, durumdan vazife çıkartıp o talimatları istismar edenleri ayrı tutarak soruyorum):
“Bu ilke, yani ‘talimatı alanların değil, verenlerin asıl sorumlu olması’ ilkesi; yıllardır ülkenin gündeminin en üst sıralarını işgal eden soruştuma ve davalarda da geçerli mi?
Patron masasından notlar
İstanbul’da, ‘patron’ ile öğle yemeğindeydik dün.
Vatan’ın yazarlarından bir kısmı önceki gün buluşmuş Erdoğan Demirören ile. Dün de Genel Yayın Müdürümüz İsmail Yuvacan ile birlikte; Güngör ve Ruhat Mengi, Okay Gönensin, Dilek Önder, Bilal ve Semra Çetin, Ali Ağaoğlu ve ben aynı masadaydık.
“Bu gazeteleri nasıl daha iyi ve daha güçlü hale getirebiliriz?”
Baba Demirören’in bizlerle istişare etmek istediği konu buydu.
Hem konuştu, hem dinledi hepimizi.
Aile içindeki sohbetin detaylarına girmeyeceğim ama şu kadarını söylemek boynumun borcu...
Bazı noktalarda farklı düşüncelere sahip olabilirsiniz ama 75’ine merdiven dayamış, ülkenin sayılı iş adamlarından birinin sahip olduğu heyecan, şevk ve hassasiyet çok şey söylüyor aslında.
İçeriğe dair ayrıntılardan bağımsız bir tespit benimki...
Bir insanın yaptığı işi, ait olduğu kurumu, sözde değil özde sahiplenmesi, başarıya giden yolu yarılamak anlamına geliyor. Bunu bir kez daha gördüm.
Erdoğan Demirören’in titiz gerçekçiliğini, hayatın her alanında örnek almakta fayda olduğunu düşünerek ayrıldım yemekten.
Editörüme son not
Yaklaşık bir yıl oldu Vatan’da yazmaya başladığım.
İlk yazımı Meclis Bahçesi’nde yazmıştım. Elektronik posta ile İstanbul’a, Yazı İşleri’ne yollama aşamasında da Meltem Hanım ile tanışmıştık.
Genel Yayın Müdürümüz İsmail Yuvacan, yazımı Meltem Sukay’a göndermemi söylemişti.
O gün bugündür de Meltem Hanım ile teşrik-i mesai içindeyiz.
Daha doğrusu içindeydik.
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Meltem Sukay ayrılıyor gazeteden bugün itibariyle.
Vatan’ın mutfağında görev yapan meslektaşlarımın habercilik refleksi ve gazete yapma yeteneği çok yüksek. Bu durum biz haberciler için çok büyük şans. Eminim bundan sonra da gayet uyumlu ve verimli çalışacağız ama ben bu gibi durumlarda biraz duygusalımdır.
O yüzden, Meltem’in ayrılıyor olması benim için kötü bir sürpriz ve büyük kayıp.
Aynı dili konuşabilecek insan bulmak zor çünkü bizim sektörde.
İyi niyetli, egosuna yenilmeyen, derdi sadece üzüm yemek olan insan bulmak zor.
Yolun ve bahtın açık olsun Sevgili Meltem...
KEŞKE...
Atasözü ve vecizelerin sadece işimize gelenlerine değil, bizi rahatsız edenlerine de itibar etsek.