Yaz dediğiniz, hele bu yıl, iki ayı bile yağmursuz doldurmayan bir süreç. Ancak güzel havalarda servis verebilen eğlence yerlerine, iki aylık bu süreç için “gürültü yasağı” getirildi ve 23.59’dan sonra müzik yayını yapmak yasaklandı. Gerekçe olarak da “Avrupa’da da böyle” denildi. Oysa Avrupa’da öyle değil. Sesi dışarıya taşırmayacak teknolojik önlemleri alan yerler, istediği saate kadar müzik yayını yapabilir. Bu teknolojik önlemleri almayan eğlence yerlerinin müzik yayını elbette belli bir desibele bağlanır, bu desibel düzeyinde yayın da gece yarısı değil sabah 01.00’den sonra yasaklıdır ve gürültü cezası, gerek saptanan desibel ölçüsüne, gerekse saat sınırlamasına uymayanlara kesilir.
Oysa bu yaz gittiğim yerlerde bizzat gördüm ki, Türkiye’de “Avrupa’da da böyle...” diye savunulan gürültü fermanı, özellikle AKP’li belediyelerin yönettiği beldelerde, eğlence yasaklamasına dönüşmüş. Öyle ki, badem bıyıklı adamlardan oluşan gürültü ekipleri hedeflenen eğlence yerine damlıyor, sessizlikte neyin ölçümünü yapıyorlarsa, yayın yasağının başladığı 23.59’dan saatler önce “ölçüm yapacağız” diye müziği susturuyorlar. Düğünse düğünün, kutlamaysa kutlamanın içine önce bu ölçümle limon sıkılıyor. Eğlenenler, önce “sessizlik gerektiren” bu ölçümle rahatsız ediliyor. Ardından desibeli geçtin cezaları geliyor. Pek çok iş yerinin altından kalkamayacağı, 15 bin, 20 bin liralık keyfi cezalar kesiliyor. Üstelik gerek ölçüm, gerekse ceza tutarına itiraz için mahkemeye başvurmak ödemeyi durdurmadığı gibi, dava açmak bile kesilen cezanın üçte ikisinin peşinen yatırılmasıyla mümkün oluyor. Cezayı öder davayı açarsanız, paranızı bağlayıp yıllarca mahkemelerde sürünüyorsunuz. Yok ödemezseniz, ceza muazzam faizlerle dörde beşe katlanıyor ve haciz süreci başlıyor...
Başka bir deyişle, gürültü yasağı çoğu eğlence yerinin öyle ya da böyle iflası demek. Ve dikkat ettim, bu yasak geniş genelinde Alevi yurttaşların işlettikleri eğlence yerlerine karşı bir “taciz” aracı olarak kullanılıyor; tacizle uslanmayanın da iflasla yola getirildiği bir düzeneğe dönüşmüş durumda. Yasak koyucu böyle bir hedef amaçlıyor muydu, bilemem. Ama uygulayıcı belediyelerin Alevi işletmecilerin beline vurmak için böyle bir fırsatı kaçırmadıkları kesin.
Yakından izlediğim birkaç “gürültü cezası”nın kimlere ve nerelere kesildiğine bakarak yaptığım bu saptama size inandırıcı gelmiyorsa, herkesin gözü önünde, daha doğrusu kulaklarıyla tanık olduğu bir kanıt sunabilirim:
Örneğin bu yaz, 23.59’dan öteye getirilen gürültü yasağı eğlence yerlerinde yayınlanan “batılı” müziği kapsıyor, ama Müslüman olsun olmasın tüm yurttaşları, yerli ya da yabancı turistleri sabahın köründe uyandıran Ramazan davullarını kapsamıyor! Üstelik, oruç tutan tutmayan tüm ahaliyi sahura uyandıran bu davulları eğlence yerlerine “gürültü cezası” kesen belediyeler çaldırıyor, davulcuları da aynı belediyeler istihdam ediyor.
Eğer 23.59’dan sonra gürültü yapmak yasal anlamda yasak ve yasağı çiğnemenin de bir bedeli varsa, davulcu tutup davul çaldıran belediyelere de ceza kesilmesi gerekmez mi? Gürültü yasağını uygulamakla yükümlü yerel yönetimler yasak dışı mıdırlar? Belediyelerin ceza kestikleri suçu bizzat işlemeleri daha ağır, çünkü resmi otorite suçu değil midir?
Bu kıyaslamayı yaptım diye kimse benim Ramazan davullarından şikâyetçi olduğumu sanmasın. Tam tersine “folklorik” bulur ve iyi çalan davulcuyu merakla dinler, belli bir desibelin üstüne çıkan müzikli yerlerdense hiç hoşlanmam. Ama ortada benim demokrasi anlayışıma uymayan bir durum var.
Sahur davulu gürültüsünü isteyen istemeyen herkese empoze edip, eğlence gürültüsünü özellikle Alevi işletmecilerin çoğunluk olduğu bir sektörde “eğlenmeyen rahatsız olur” diye yasaklamak, yasa önünde demokratik eşitliğin tam karşıtı, ancak din diktalarında görülen, mezhebi belli bir baskının ifadesidir.
Bu baskının kimleri sindirmeye, kimleri susturmaya yönelik olduğu, gürültü yasağına eğlence sektörü dışında hiçbir alanda uyulmadığı düşünülünce, gayet açıktır.