Hükümet-Cemaat meselesi değil ulusal güvenlik meselesi

Başbakan Erdoğan’ın ‘Ne istediler de vermedik’ sözü aslında jenerik bir cümle. Bu cümlenin uzun bir açılımı var. 2010 Anayasa referandumu sonrası ülke manzarası şöyleydi. Milli Eğitim Bakanlığı fiilen Gülen hareketinin kontrolüne girmişti. Güneydoğu’da PKK ile mücadele bu harekete delege edilmişti. Milletvekili, general, vali, kaymakam, müdür, daire başkanı, müsteşar olmak, askeri okula, polis akademisine girmek için Gülen hareketinin referansı gerekiyordu.

Hükümet açısından tam bir ‘ne istediler de vermedik’ durumu vardı. Çünkü Fethullah Gülen fiilen koalisyon ortağı gibiydi. Gülen, görevden alınan istihbarat müdürleri için gazetecileri devreye sokup, Bakan’dan ‘derhal görevine iadesini’ isteyebiliyordu. Kurbağanın su dolu kazana bırakılıp sonra da yavaş yavaş ısıtılması gibi hükümet kararlı biçimde kuşatılıyordu.

Tüm hedefler adım adım ele geçirildi

Toplum buzdağının bir kısmını görse de devlet için bambaşka bir tablo vardı. Sıfır sorumlulukla, tüm yetkiyi elinde toplamak isteyen Gülen hareketi sürekli ‘isteme makamındaydı’. Emniyet örgütlenmesi tamamlandığında, askeri okullar, askeri okullar fethedildiğinde MİT, istihbarat tamamlandığında medya ve sermaye hedefe konuyordu...

Haberin Devamı

Din referanslı bir hareketin asla yapmaması gereken pratikler söz konusuydu. Bir yandan hükümetle kurulan ittifak, diğer yandan dini grupları diskalifiye, öbür taraftan Başbakan nezdinde pozisyon almak için kumpas kurma, sahte delil üretip, tüm rakipleri yok etme yaklaşımı egemendi.

17-25 Aralık süreci ülkenin bir kabustan uyanmasına vesile oldu. İstihbarat ve dinlemeler vasıtasıyla elde edilen bilgiler şantaj, tehdit ve nüfuz amaçlı kullanıldı. Peki sonunda ne oldu? Ülkeyi adım adım teslim alan bir hareket ‘özgüven zehirlenmesi’ yaşayarak iktidara talip oldu. Büyü bozuldu. Büyü bozulunca millet nezdindeki meşruiyeti sorgulanmaya başladı.

Hareketin tarih ve devlet okuması yanlış

Gülen hareketinin tarih, siyaset ve devlet okuması yanlış. Gelinen noktada hareket sözcülerinin ‘Hükümet geçici, biz kalıcıyız’ sözü kitleyi mobilize etmek için kullanılan afyon cümle. Bu isimlere göre ‘hükümetin şimdiye kadar çoktan devrilmesi’ gerekiyordu. Ancak tam tersi oldu. Hükümdara nişan alıp vuramayan suikastçı durumuna düştüler.

Haberin Devamı

Fatih’in Kanunnamesi’ni yeniden okumalarında, İslam sancağını Viyana’ya taşıyan Yeniçeri Ocağı’nın başına ne geldiğine bakmalarında fayda var.

Fethullah Gülen ülkeye döner mi?

Bu sürecin en başında ifade ettim. Gülen hareketinin içine sızan bir cunta adım adım teslim aldı ve onu uçuruma sürükledi. Harekete tuzak kurdu, yönlendirdi ve rehin aldı. Bugün gelinen noktada tüm bunların ifşası ancak Fethullah Gülen’in ülkeye dönmesiyle mümkün.

Gülen ülkeye dönüp duruma vaziyet etmediği, hareketin içindeki çeteleri tasfiye etmediği sürece kayıpları çok daha büyüyecek. Gülen gelirse bütün kumpaslar deşifre olacak ve masumiyeti ortaya çıkacak. Milletin kanatları altına girecek. Gelmez ise tarihin değişmez hükmü devreye girecek.

Gülen hareketinin, geç kalmış Makyavellerin, eski ülkücülerin, devrim nostaljisinin tesirindeki bazı isimlerin esiri olmaktan çıkıp Hüseyin Gülerce, Harun Tokak, Alaaddin Kaya, Cemal Uşak, Ş.Ali Tekalan gibi en başından bu yana hareketin içinde olan isimleri dinleyip hasar tespiti yapması gerekiyor. Fakat yine dinlemeyecekler. Bu defa sadece meşruiyetlerini ve masumiyetlerini değil, her şeylerini kaybedecekler. Hala anlamıyorlar; mesele Erdoğan-Gülen meselesi değil, artık ulusal güvenlik meselesi.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR