Yargıtay Başkanlar Kurulu bir “Yargı Etiği İlkeleri” taslağı hazırlamış.
Bu taslakta “bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik” gibi başlıklar altında ilkeler belirlenmiş.
Örneğin “Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğünün ön koşulu ve adil yargılanmanın temel güvencesidir” diyor.
“Mesleğe yaraşırlığın ölçüsü, makul bir kişinin zihninde, dürüstlüğü, tarafsızlığı ve yetkinliği hakkında olumlu ya da olumsuz bir algının oluşup oluşmadığına göre belirlenir” diyor.
Hakimin “kamuoyu tepkisini yatıştırmak, eleştirilerin önüne geçmek veya uygunsuz çıkarları gerçekleştirmek üzere hukuktan asla sapmayacağını” söylüyor.
Kamuoyu demokrasisi
Acaba bundan önce hakimler, savcılar için aynı yargı etiği ilkeleri geçerli değil miydi? Bunlar “evrensel yargı ilkeleri” değil midir? Bu ilkeler yazılı olmasalar bile bir hakimin bu şekilde hareket etmesi gerektiğini eğitim süresi içinde ve hukukçu kimliğiyle beynine yazmış olması gerekmez mi?
“Kamuoyu tepkisini yatıştırmak, eleştirilerin önüne geçmek üzere” şeklinde başlayan madde de akla Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un “Türkiye’de kamuoyu demokrasisi yok, yapılan hukuksuzluklar gereken tepkiyi göremiyor” sözlerini getiriyor.
Hakimler ve yargı kurumları elbette kararlarını “tepkilere göre” verecek değildir ama toplum vicdanında “güven yaratmayan” kararlar verildiğinde gelecek kitlesel tepkiler de “adalet” adına yok sayılamaz.
Örneğin Balyoz-Ergenekon davaları sürecinde toplumda büyük kitleler “adil yargılama” olduğuna da, öne sürülen iddiaların doğru olduğuna da baştan inanmamıştı.
Ancak, sonradan FETÖ’cü oldukları anlaşılan savcı ve hakimleri durdurmak mümkün olmadı ve yüzlerce masum insan aileleriyle birlikte mağdur oldu.
Cezai ve maddi yaptırım
Bugün ise FETÖ’cü etiketi Ergenekon-Balyoz dönemindeki kolaylıkla “masum insanlara” da yapışabiliyor. Mesela MHP’de yapıldığı gibi “Bahçeli muhalifi isimlere” yapıştırılabiliyor.
Temmuz başında Büyükada’da toplantı yaparken gözaltına alınıp tutuklanan yabancı ve Türk insan hakları aktivistleri için “casusluk, FETÖ’cülük” gibi iddialar öne sürülmüştü oysa evleri “gözaltına alındıktan bir hafta sonra” aranmış.
Avukatlar “Hakimler dosyaları okumuyor bile. Sadece ‘tahliye istemine ret’ diyor. Niye ret sorusuna cevap alamıyorsunuz” diyorlar.
Örneğin; daha Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde veya öncesinde “Gülen tehlikesine dikkat çeken Sözcü gazetesi”nin İzmir muhabiri Gökmen Ulu’nun veya Cumhuriyet yazarlarının tutukluluğu neden devam ediyor, bu gazeteler neden “terörle ilişkili” zan altında tutuluyor, makul bir kişinin kafasında olumlu algı oluşması mümkün değil.
13 yaşında bir çocuğa tecavüz eden sapıklara nasıl “iyi hal indirimi” yapılabiliyor, makul bir kişinin kabul etmesi mümkün değil. Yargı etiği ilkelerini hatırlamak gerçekten gerekli ama asıl önemli olan bu ilkelerin uygulanmasıdır.
Hakimlerin kararlarına “cezai ve maddi yaptırım” gelmediği sürece uygulanması zor görünüyor.