Türkiye maalesef terörün, şiddetin her türlüsünün yaşandığı, bomba yüklü araçların bulunduğu ve savaş tehlikesinin de bitmediği bir süreçten geçiyor.
Sadece kadın ve çocuklara karşı şiddeti; hızla arttığı görülen tecavüz ve cinayet olaylarını, intihar eden kız öğrencileri ele almak bile günler süren tartışma ve çözüm önerileri gerektirir.
Ağır suçlara verilen hafif cezalar, indirim yapmak veya toptan tahliye etmek için mahkemelerin gösterdiği çabalar hukuka tamamen aykırıdır.
Son olarak Perşembe günü Zonguldak’ta 72 yaşında Fikret A. isimli şahsın komşusunun 9 yaşındaki kızına cinsel saldırı suçundan 9 yıl hapis cezasına (bu bile çok hafif) çarptırıldığını, sonra duruşmalardaki “iyi hali” ve “yaşı” göz önüne alınarak tahliye edildiğini duyduk.
Yıllardır hukukçuların, sivil toplum kuruluşlarının, medyanın “bu kararların hukuk skandalı” olduğu, tecavüzcü ve katillere “iyi hal indirimi” yapılamayacağı konusunda gösterdiği tepkilere rağmen aynı kararlar sürüyor.
Mahkeme adalet için!
Yine Perşembe günü Keçiören İHL Kur’an öğretmeni Sefer A.’nın (daha önce de hakkında 11 öğrenci ve 1 veliye cinsel saldırı davaları açılmış) 274 yıla kadar hapsi istenirken “emekli olmak için başvurduğu” haberi vardı.
Eğer bu da kabul edilir ve böyle ağır suçlar işlemiş öğretmenlerin “emeklilik hakkı verilir, indirimlerden yararlandırılırsa” bu ülkenin kadın ve çocukları asla korunamaz ve devlet de sorumlu hale gelir.
O zaman, öğretmen tecavüzü sonunda intihar eden öğrenci Cansel’in katili sayılan suçlu da, diğerleri de hak ettikleri cezayı almadıkları için tahliye olduklarında suçlarına devam eder ve diğer potansiyel suçlular için de hiçbir caydırıcılık olamaz.
Toplum, bu vahşet olaylarında ceza verilmemesine karşı infial halindedir, Zonguldak’taki tahliye kararı yeniden ele alınmalı, diğer davalarda da ağır cezalar verilmelidir.
AYM ve gerekçe
Can Dündar ve Erdem Gül Anayasa Mahkemesi’nin “tutuklanmalarında basın özgürlüğü ve bireysel haklar konusunda hak ihlali var” kararından sonra tahliye edildiler.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın “Bu karar beraat kararı değildir, tahliye kararıdır. Dava devam ediyor, biz de yakından takip edeceğiz” dedi. Doğru beraat kararı değildir ama burada “hukuken ciddi bir çelişki” de ortaya çıkıyor.
Anayasa Mahkemesi “davanın özü” için değil, tutuklama konusunda karar vermesine rağmen bu kez raporunda “Tutuklama gerekçesi olarak gösterilen eylemlerin hepsinin ‘gazetecilik faaliyeti’ olduğunu” ve “kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığını” vurguladı.
Böylece “davanın özünü de ilgilendiren” AYM kararı, davanın esasının zeminini yok etmiş, fiili anlamda davanın temelini çökertmiş durumda…
Hukuk mantığı gereği alt mahkeme “hayır, gazetecilik faaliyeti değil” şeklinde AYM’ye aykırı bir karar verdiği takdirde bu karar da AYM’den dönmeyecek mi?
Bu davanın sonucu basın özgürlüğü ve bireysel haklar açısından olduğu kadar sulh ceza mahkemelerinin kararları açısından da “yakından takip edilecek” kadar önemli görünüyor!