Bugüne kadar Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen ülkelerin de artık neredeyse “sonsuza kadar Avrupa Birliği’ne giremeyeceğimizi” söylemesi üzerinde durulması gereken bir konudur.
Dün de bu konuyu düşünmemiz gerektiğini belirtmiştim. Bunun önemli nedenleri açık şekilde ortada.
Güneydoğu sınırının uzun süre açık tutulması ve bugün de tam olarak güvenli hale gelmemesi nedeniyle Türkiye terör olaylarını çok sık yaşayan bir ülke halinde…
İçinde terör örgütlerinin rahatça hücreler kurup eylem planladığı, yakalanan örgüt üyelerinin bir kısmının serbest bırakıldığı gazete ve televizyon haberlerimizde bile veriliyor.
AB’ye girmemiz ve hatta girmesek bile “vizesiz geçiş hakkı verilmesi” halinde vatandaşlık verilmiş mülteciler dahil 80 milyona yakın insanın Avrupa’ya yayılması artık açıkça istenmeyen bir durum olarak ortaya konuyor.
Meclis’teki kavga
Dış politikada yaptığımız hatalar, diplomasiyle yürütülmesi gereken uluslar arası ilişkileri inatlaşma veya tehdit boyutuna vardırmamız, Suriye sınırımızın ötesindeki gelişmeleri en başta durdurmamamız bugün bizi köşeye sıkıştıran nedenlerdir.
Perşembe günü AB’den ayrılma veya ayrılmama kararı vermek üzere referanduma gidecek olan İngiltere’de AB karşıtlarının en önemli propaganda olarak “Türkiye’nin AB’ye girme ihtimalini” kullandığını biliyoruz.
Son olarak “TBMM’de Dokunulmazlık Komisyonu’nda partiler arasında çıkan büyük kavga” görüntüleri ayrılık yanlıları tarafından gündeme getirilmiş.
Doğal olarak bu kampanyalara kızıyoruz ama biraz özeleştiri yapmamızın da zamanıdır.
Bir ülkenin parlamentosu o ülkenin vatandaşlarını, toplumunu temsil eder. Partiler birbirlerine saygı göstermek, şiddet görüntülerine izin vermemek zorundadır.
Bizde ise her konu ve her konuşma, tartışma adeta bir şiddet gösterisi, “rakiplere, hatta kendi partisinden olmayan kitlelere nefret söylemi” halinde yürür oldu.
Şiddet baştan yayılıyor
Meclis’i ve diğer üst düzey görevlileri bu şekilde davranan bir toplum şiddetten korunamayacağı gibi medeni ülkeler tarafından dışlanmaya, tepki görmeye mahkumdur.
İngiliz Parlamentosu’nda “İngiltere IŞİD’e karşı operasyonlarda aktif rol alsın mı, almasın mı” konusu tartışılırken muhalefet partisi Başbakan Cameron’u soru yağmuruna tutmuştu. Ülke için doğabilecek tüm tehlikeleri, sonuçları saatlerce o küçücük salonda omuz omuza oturarak tartıştılar.
Cameron muhalefetin tüm sorularını sabırla yanıtladı. Onlara hakaret etmedi, “biz karar veririz” demedi, kavga çıkmadı.
Demokratik ülkelerde parlamentolar bunun için vardır, halkın temsilcileri önemli konuları tartışıp anlaşmak zorundadır. Bunun yerine her komisyonda, toplantıda birbirinin boğazına sarılan milletvekilleri o meclisin de, ülkenin de imajına zarar verirler.
Şiddet de bu görüntülerle baştan başlayıp tüm topluma yayılır.
Bir ülkeyi yönetmek çok ciddi bir sorumluluktur ve bu sorumluluğu taşıyan herkes “toplumu şiddete, kutuplaşmaya itecek söylem ve davranışlardan” sakınmak zorundadır.