Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Parlamentosu’na “Sınır kapıları açılır” tehdidinden sonra Bulgaristan ve Yunanistan sınır önlemlerini arttırmış.
İki ülkenin medyası bunu “Avrupa’ya yönelik tehdit” olarak adlandırırken Türk- Bulgar sınırı “2. derece tehlikeli bölge” ilan edilmiş.
Bulgaristan Savunma Bakanı ise gerekirse sınıra birkaç saatte 2 bin asker gönderileceğini söylüyor ve “Mülteci krizi doğrudan Bulgaristan ulusal güvenliğini tehdit eden bir problemdir” diyor.
Bunları duyunca bizim tehdidimizin aslında “Türkiye’yi tehdit eden büyük sorunu haber verdiği” geliyor akla.
Ulusal güvenliğimiz
Bulgaristan 350 mülteciyi sınır dışı edip “ulusal güvenliğini koruduğunu” düşünüyorsa, 3 milyonun üstünde mülteci almış bulunan Türkiye neden düşünmüyor?
Bizim ulusal güvenliğimiz Bulgaristan’ınki kadar önemli değil mi?
AP kararından sonra bile hala sık sık “Türkiye- AB geri kabul anlaşması yürümeli, bu anlaşmayı 2 taraf için de başarı olarak görüyoruz” açıklamaları duyuyoruz.
Kendileri mültecileri “AB’ye tehdit”, “Bulgaristan’ın ulusal güvenliğine tehdit” gördüklerini açıkça ifade ederlerken…
ABD dahil tüm ülkeler parmak hesabıyla sığınmacı kabul ederken bize “geri kabulü yürütün” demeye devam etmeleri inanılır gibi değil!
15 Gün içinde...
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop “15 gün içinde Anayasa değişikliğiyle ilgili teklifi Meclis’e sunacaklarını, bahar aylarında referandum yapılacağını” açıkladı.
Ak Parti bugüne kadar ABD benzeri ama “eyalet sistemi olmayan, tek meclisli” Türk tipi bir başkanlıktan söz etmişti.
Şentop da benzer cümleler kurdu ama bu anlatım konuyu fazla basite indirgiyor.
“Orada eyalet sistemi var, o eyaletlerin ayrı ayrı başkanı-yasaları var bizde olmayacak” demek halkın bu karmaşık konuyu anlamasına yetecek mi?
Üç ay gibi kısa bir sürede bu sözlerin tüm medyada tekrarlanmasıyla halk “demokratik ülkelerin çoğunluğunun uyguladığı parlamenter sistem”den hangi nedenle vazgeçildiğini öğrenecek mi?
Özbudun’un uyarısı
2007 yılında Ak Parti’nin isteğiyle bir Anayasa taslağı hazırlayan Anayasa hukukçuları grubunun başında olan Prof. Dr. Ergun Özbudun, daha sonra yazdığı “Başkanlık Sistemi ve Türkiye” başlıklı raporda:
“İstenen Türk tipi başkanlık sisteminin denge ve denetim mekanizmalarından tümüyle yoksun olduğunu…
Çağdaş demokrasiler arasında parlamenter rejimi terk edip başkanlık sistemine geçen bir ülkeye rastlanmadığını…
Gerçekten ‘çok özel ve kendine özgü şartları olan ABD dışında’ başkanlık sistemiyle istikrarlı bir demokrasiyi sağlayan örnek bulunamayacağını…
Mevcut 1982 Anayasası’nın cumhurbaşkanlarına ‘sembolik yetkilerin çok ötesine geçen anayasal yetkiler’ tanıdığını…
Ak Parti’nin istediği başkanlık sistemi ile ABD’deki başkanlık sistemi arasında hiçbir benzerlik olmadığını” anlatıyor. Bu konu ülkenin tarafsız ve deneyimli Anayasa hukukçuları ile siyaset bilimcileri tarafından topluma tüm detaylarıyla açıklanmalıdır.
Benzer şartlarda gidilen 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu’nun sonucunda yaşadığımız devlet depremini unutmayalım!