Adalet yürüyüşü sonrası Maltepe’de yapılan mitingde kaç kişi olduğu sosyal medyada ve medyada en çok tartışılan konulardan biriydi.
Mitingde en az 2-2.5 milyon vatandaşın olduğu görülüyordu ancak… Demokrasilerde zaten yüz binlerce vatandaşın Ana Muhalefet Lideri’nin “adalet isteyerek” başlattığı 450 km’lik bir yürüyüşe, kavurucu sıcakta eşlik etmiş olması bile bir hükümetin dikkatini çekmek için yeterli olmalıdır.
Kısa süre sonra “15 Temmuz Demokrasi Nöbeti” yapılacak, ona katılanların sayısıyla, adalet mitingine katılanların sayısını mı yarıştıracağız?
Adaletin korunmasını isteyen halk ile demokrasinin korunmasını isteyen halk kitleleri rakip midir?
Türkiye böyle yıkıcı bir bölünmeye mi uğratılacak?
Yanlışlar!
Yoldaki bazı provokasyonlara bile hoşgörüyle yaklaşılarak, sessiz ve barışçıl şekilde tamamlanan adalet yürüyüşü sürecinde medyada ve siyasetçiler tarafından “yürüyüşe katılanları terörist veya terör örgütleriyle birlikte” göstermeye çalışan yorumlar bu yürüyüşe yapışmadı, yapanlara ise yakışmadı.
Yürüyüşü “referandumda Evet veya Hayır veren kitlelerle karşılaştırma, özdeşleştirme, Hayır diyenler yürüdü benzeri yorumlar” yanlıştı.
Nasıl ki 16 Nisan referandumu da bir “parti meselesi” değilse, “rejimin değiştirilmesine karşı olan her görüşten insan ‘Hayır’ demişse”, adalet yürüyüşünde de “mahkemelerin iyice siyasi bağımlılık kazanmasından başlayarak hukuka aykırı tüm karar ve eylemleri” protesto eden vatandaşlar vardı.
FETÖ ile mücadele
Bu yürüyüşle partisine yapılan “elitler” yakıştırmalarını ortadan kaldıran, gerçekten halkın partisi haline getiren Kemal Kılıçdaroğlu’nun “talepler listesi”nde kimseyi rahatsız edici bir talep yok.
15 Temmuz’un yıldönümünü anarken elbette toplum “FETÖ’nün en hayati devlet kurumlarına on binlerce mensubunun ‘sızmasını’ nasıl sağlayabildiğini, FETÖ’nün siyasi ayağının ve tüm kurumlardaki sorumlularının, o gün ve geceye ait detayların ortaya çıkarılmasını” istiyor.
15 Temmuz’u araştıran savcıların neden görevden alındığını, FETÖ iddianamelerinin neden önce Adalet Bakanlığı’na gittiğini, FETÖ ve 15 Temmuz’un daha şeffaf araştırılmadığını merak ediyor.
YSK kararı
OHAL sürdükçe “bir kişinin yazdığı KHK’ların kanun yerine geçmesi”nin veya üniversitelerin “İbrahim Kaboğlu gibi dürüst, değerli hocaları görevden alınarak” susturulmasının sakıncasını…
OHAL ortamında yapılan ve toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyeceği “yargıdan başlayarak” görülen yeni anayasa yerine bu beklentiyi karşılayacak bir anayasa ihtiyacını biliyor.
“Referandum sırasında YSK’nın yasadışı kararla geçerli saydığı mühürsüz oylar, bu nedenle yeni anayasanın meşruiyetini kaybetmesi” tartışması da bitmemiştir.
Dün belirttiğim gibi, empati yapılsa ve “YSK kararının sonunda Hayır oyları 2 puan fazla çıksaydı, Ak Parti ne yapardı” sorusu sorulsa, cevap bu durumun haklılığını ortaya koyacaktır. Bu gerçekler göz önüne alınarak çözüm aranmalıdır.