21’inci yüzyıl’ın medeniyet beklenen dünyasında Ortadoğu vahşi savaşlara sahne olurken Türkiye’nin de terörün en acımasız örnekleriyle karşılaşıyor olması, bunu önleyememesi son derece üzücüdür.
Kimse mutlu değil, herkes endişeli bir bekleyiş içinde… Tüm umutlar hükümetin ve bütün siyasi partilerin ortak bir çözüm arayışına girmesinde kilitleniyor.
Dün Vatan’ın manşetinde yer alan; Ankara’yı kana bulayan ve gencecik vatandaşlarımızın hayatını kaybetmesine yol açan terör eylemini “IŞİD’in Türkiye kolu”nun, bu örgüte Türkiye’den katılanların” yaptığı ve aralarında çocuk militanların olduğu haberi saldırının acısını ikiye katlamıştır.
Bu militanların IŞİD’e ait bölgelerde eğitim alıyor, dini alet ederek katliamlar yapıyor olması ve Ankara katliamından da sorumlu olması Türkiye adına ikinci bir şoktur. Sadece biz bu şoku ve utancı yaşamakla kalmayacağız, dünyanın gözünde IŞİD elemanı Türkler olduğunun görülmesi ülkemizin imajını da çok olumsuz etkileyecektir.
Tepkiler ve zafiyet
IŞİD’cilerin Adıyaman’da örgütlendiğini düşünürken Başkent Ankara’nın göbeğinde de hücre evlerinde saklanıp eylem yapabildiklerini görmek kabul edilir, anlaşılır bir durum değil. Valilikler, Emniyet, istihbarat bunları izlemek ve önlemek zorundadır. Binlerce insanın bulunduğu mekanlar, mitingler sadece giriş ve çıkışta değil, her köşede karış karış kontrol edilmelidir.
Batı ülkeleri can güvenliğini sağlamak için sınırlarından geçecek herkesi sıkı kontrole aldıkları gibi mülteci konusunu bile Türkiye’nin üzerine yıkarak bu kontrolü elden kaçırmamaya çalışıyorlar.
Başbakan Davutoğlu Ankara katliamından sonra ortaya çıkan tepkileri göz önüne alarak “güvenlik zafiyeti” konusunda ilgili bakan ve bürokratlara sorular sormuş ve açığın nereden kaynaklandığının bulunmasını istemiş.
Unutturulmamalı!
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise “Milletçe terör hadisesine karşı yekvücut olduğumuzu göstermek için bu olay hiçbir şekilde unutulmamalı, unutturulmamalı” diyor.
Ne yazık ki unutmamak ve unutturmamak yüze yakın insanımızı tek bir terör eyleminde kaybettikten sonra onları geri getirmiyor, acıları gidermiyor. Toplum tepkileri “olayın kısa sürede aydınlanmaması”na değil, “güvenlik zafiyeti” şüphesinedir. Bu şüpheyi Başbakan da taşımaktadır.
Kimsede endişe yaratmak istemeyiz ama böyle bir ortamda seçim hazırlıkları ve seçimin kendisi “seçmenin ve siyasetçilerin can güvenliği” açısından da çok risklidir. Vatandaşlarla konuştuğunuzda bu endişeyi herkeste görmek mümkün.
Eğer “şartlar ne olursa olsun” seçim kararı değişmeyecekse şimdiden başlayarak tüm karayolları ve seçim yapılacak alanlarda had safhada güvenlik önlemi almak tek düşüncemiz olmalıdır.
İkinci konu ise partilerin şimdiden seçim sonucunda yine koalisyon çıkarsa nasıl bir yöntem izleyeceklerini iyi düşünmesi ve en küçük zaman kaybı olmadan ülkeyi “kalıcı bir hükümete” kavuşturmasıdır.
1 Kasım sonrasında toplumun 7 Haziran’dan sonra aylarca hükümet beklediği gibi bir sabrının olmayacağı, ülke konularının ise zaman kaybını kabul etmeyeceği unutulmamalıdır.