Haberleri izlerken hep “şimdi iyi ve gülümseten bir haber de gelecek” diye bekliyoruz ama maalesef yok.
Ülkenin her köşesinde şiddet olayları, feci trafik kazaları, seller, yangınlar ve üzücü ne varsa hepsi bir arada…
Bodrum’da gece kulübünü basıp önüne kim çıkarsa kurşunlayan mı ararsınız, evi boşaltmadı diye eski eşiyle kızını sokak ortasında öldüren mi, çocuklara bile taciz saldırıları mı…
Her şeyden önce Türkiye gibi suçun hızla arttığı bir ülkede “bireysel silahlanma”yı iyice sınırlamak yerine teşvik etmek büyük bir yanlıştır.
Bunun yanında, suçluların hak ettikleri ağır cezaları alması gerekirken “hafifletici nedenler” bularak ceza caydırıcılığını ortadan kaldırmak ikinci büyük yanlıştır.
Suç ve ceza
Karpuz tarlasında aylarca çalışarak biriktirdiği 5 bin TL’den borçları için 700 TL alıp gerisini ailesine 8 aylık geçim parası olarak ayıran ve bu parayı çalmak isteyen kişi tarafından komalık şekilde darp edilen 77 yaşındaki Ali Bulut’un anlattıklarını okumak bile dayanılır gibi değil. (Hürriyet)
Türkiye’de bazıları yolsuzluklarla veya haksız kazançlarla bir anda trilyonlar kazanırken bazıları da Ali Bulut gibi 77 yaşında terini akıtarak 3 kuruş kazanıyor, onu da “döverek elinden alan” vicdansızlar çıkıyor.
Bu suçları işleyenler korkmuyorlar çünkü yakalansalar bile ağır bir ceza almayacaklarını biliyorlar.
Atatürk heykeline saldıran satıcı için Valilik açıklama yapmış; akli dengesi yerinde değil ama soruşturma sürüyor diyor.
Akli dengesi yerindeyse cezasını çekmeli, değilse “akıl hastanesine” alınmalıdır, suçların cezalandırılmadığı bir ülke hiçbir şekilde güvenli olamaz.
Konuşmasız meclis
Yaz ortasında İstanbul’da 10 gün içinde 2 büyük sel felaketinin yaşanmasından sonra çevreci oluşum “İstanbul Kuzey Ormanları Savunması” grubu, 3 milyondan fazla ağacın kesildiği Kuzey Ormanları’nı örnek göstererek “Afetlere karşı emniyetli kentleşme yerine, inşaat şirketlerinin taleplerine göre şekillenmiş rant odaklı bir kentleşmeyle karşı karşıyayız” dedi ve İBB Başkanı Kadir Topbaş ile diğer sorumluların istifa etmesi gerektiğini belirtti.
Bu konuların hepsi Meclis’te tüm partilerin saatlerce düşünerek, konuşarak karar vermesi gereken önemdedir, Batı demokrasilerinde önemli konularda yapılan budur.
Bizde ise; yeni kabul edilen iç tüzüğe göre, en az 6 saat toplantı yapacak olan Meclis’te milletvekillerine verilen konuşma süresi 3 dakika..
Önerge verme sayısı iyice azaltılıyor, konuşma süreleri yeterli değilken onu 3-5 dakikaya indiriyor, hangi konuyu nasıl tartışabilecekler?
İç tüzük konusunu hukukçulara ve siyasetçilere sordum, hepsi bu görüşü destekliyor.
Anayasa Hukukçusu ve CHP eski Milletvekili Süheyl Batum ise en can alıcı noktayı vurguladı:
“Parlamento sözcüğü Fransızca ‘parle’ yani ‘konuşmak’ fiilinden türemiştir ve ‘konuşulan yer’ demektir. Konuşulamayan bir yere artık ‘parlamento’ denemez”. Konuşulamayan bir meclis bizi ne sağlayacak, düşünmek gerekmez mi?