Türkiye’nin Güneydoğu’daki terör sorununun Suriye bağlantısı hayati önem taşıyor.
Birçok ilçeyi savaş alanına çeviren, Lice’den Silvan’a, Nusaybin’den Cizre’ye kadar güçlenebildiği her köşede yakıp yıkan, evleri ve işyerlerini harabeye çeviren PKK’nın Suriye’den destek aldığı ve sınır ötesindeki PYD-YPG ile ortak bir amaca hizmet ettiği ortadadır.
Bu nedenle G-20’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sınır ötesinde olanları ve tüm terör örgütlerine eşit şekilde yaklaşılması gerektiğini” söylemesi yerinde olmuştur.
Enteresan bir şekilde onun YPG’nin de terör örgütü olduğunu belirtmesi Batı medyasında “Erdoğan’ın Kuzey Irak’taki Kürt isyancılara saldırma şevki IŞİD, El Nusra veya Ahrar-ul Şam’a saldırma isteğinden güçlü” şeklinde yorumlandı.
Sınırımızın korunması
Özellikle Paris saldırısından sonra açıkça görülüyor ki Avrupa “kendi sınırlarının tamamen kapatılarak korunmaya alınmasını” cansiperane savunurken Türkiye’ye ne olduğu, bizdeki bombalı saldırılarda, ilçelerimizdeki terör olaylarında hayatını kaybedenler onları fazla ilgilendirmiyor.
Suriye’nin kuzeyinde “IŞİD’e karşı en iyi müttefikimiz” dediği PYD-YPG’ye (Türkiye’nin tepkilerinden sonra) silah yardımı yapmayacağını açıklayan ABD’nin, içinde YPG’nin de bulunduğu gruplara 200 ton silah yardımı yaptığının “ABD’li bir yetkili tarafından açıklanması”na ne anlam vermek gerekiyor?
ABD Türkiye’nin sınır ötesinde kendi planlarını “IŞİD’i bahane ederek” yürütmüyorsa bu iki yüzlü politikayı nasıl açıklayacak? Kandil’in “Zayıfladık, Suriye’nin kuzeyindeki güçleri Türkiye’ye çekeceğiz” şeklindeki haberleşmeleri PKK’nın PYD-YPG’den destek aldığının ve alacağının işaretidir. Ve gerek ülke içindeki bitmeyen terör ve verilen zarar, gerek sınır ötemizde yaygın bir PYD bölgesi bizim için, ABD’nin veya Avrupa’nın kendini koruma planları kadar önemlidir.
Çalışma hakkı da!
TÜİK Türkiye’de işsizlerin oranının yüzde 10’dan fazla olduğunu ve geçen yıla göre çok arttığını açıkladı.
Diğer tarafta AB Türkiye’deki göçmenlerin Avrupa’ya geçişinin önlenmesi için 2.5 milyon mülteciye diğer hakların yanında “çalışma hakkı verilmesini” de talep ediyor. Göçmenlerin “Avrupa yolculuğundan vazgeçirilmesi için alınacak önlemler” konusundaki baskıya Türkiye’nin direndiği, AB ile “mali yardımın 1 yıl mı, 2 yıl mı süreceği konusunda görüş ayrılığı olduğu” konuşuluyor, yazılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “önce AB’nin sözlerini yerine getirmesini” istediği için şu anda bir tıkanma mevcut.
Erdoğan bu konuda doğru yoldadır, bunca yıldır Türkiye’yi bekleten AB’nin çıkar oyunlarının faturası yüksek olacaktır.
Milyonlarca mülteciye Türkiye tarafından çalışma hakkı verilmesini de talep eden AB’nin bir veya 2 yıl yapacağı mali yardımdan sonra bu yükün onlarca yıl sürme ihtimali de, zaten karışık olan Güneydoğu’da bulunan çok sayıda mültecinin çalışmasıyla kendi insanlarımızın karşılaşacağı iş kayıpları da düşünülmelidir.
Batı nasıl ki vatandaşlarına ve çocuklarına güvenli bir ülke vermek için hesap yapıyorsa aynı hesabı biz de yapmalıyız!