Dün Avrupa Birliği’nin elimizin tersiyle itilmeyecek kadar önemli olduğunu “Çipras’ın AB’ye güvenerek Türkiye’ye kafa tutması” örneğiyle de anlatmıştım. Ekonomik açıdan, siyasi açıdan ve diğer tüm nedenlerle ilişkimizi sürdürmek zorunda olduğumuz AB ile tam üyelik müzakereleri devam ederken bu ilişkiler kopma noktasına geldi.
AB’nin de PYD-PKK mücadelemizde bize destek vermemesinin, hatta terör örgütünü korur bir tutumda olmasının gelinen noktada rolü elbette var. Ancak bunun dışında bizim de bazı Avrupa ülkeleriyle ilişkileri germe konusunda yaptığımız ciddi yanlışlar olduğunu kabul etmeliyiz. AB, üye ve aday ülkelerine her konuda yardımlar yapıyor.
Doğru bir dış politika ile biz de müzakereler sürecini devam ettirebilir, tek başına Türkiye’nin sorumluluğuna terk edilen mültecilerle ilgili verdikleri sözleri yerine getirmelerini de sağlayabilirdik.
Ülke adına karar…
Cumhurbaşkanı Erdoğan Varna’daki zirvede beklentilerimizi açıklar ve gerilen ilişkileri yumuşatmaya çalışırken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çıkıyor ve “Türkiye, Avrupa Birliği’ne mecbur değildir, ya bizi üye yaparsınız ya da evli evine köylü köyüne” diyor.
Bahçeli, dünyanın en zengin ve sorunsuz devletlerinin girebilmek için onlarca yıl beklediği AB’yi adeta “seçim ittifakı yapacağı bir parti”, kendisini de bu kadar önemli bir ülke meselesinin tek karar vericisi gibi görüyor.
AB’nin “Ege ve Akdeniz’de Türkiye’nin faaliyetlerinde Yunanistan’ın veya Kıbrıs Rum kesiminin tarafını tutması, Yunanistan’ın el koyduğu Türk adaları konusunda sessiz kalması” gibi önemli sorunlar küserek değil ancak karşılıklı diyaloglarla çözülecek konulardır. Bu konularda ülkenin “deneyimli ve bağımsız-tarafsız” diplomatlarının, siyaset bilimi uzmanlarının görüşleri şarttır.
“Öfkeyle kalkan, zararla oturur” atasözümüzü unutmayarak sükunetle, akılcı şekilde hareket etmek, kararları asla aceleye getirmemek gerekiyor.
Bahçeli de öfkeyle, belki de seçime yönelik “milliyetçi” propaganda amaçlı sözler sarf etmenin Türkiye’nin lehine bir sonuç yaratmayacağını görmelidir.
Yargıda FETÖ?
Hakim ve Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz, Sözcü’ye konuştu ve “Her hukukçunun yüreği tarafsız yargı, adil yargılama ve adalet ülküsüyle yanmalıdır” dedi.
Çok doğru, çok önemli bir hatırlatma bu. Ancak HSK’nın üyelerinin büyük bir bölümünün (13 üyenin 11’i) aynı parti ve o partiden olan Cumhurbaşkanı tarafından atanması “tarafsız” olmasını sağlayabilir mi düşünmek lazım.
HSK Başkanvekili Yılmaz “Türk yargısı FETÖ terör örgütünün elindeydi, kurtardık” vurgusunu da yaptı.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuşmadan önce “Adalet teşkilatında temizlik yapıldığını ama FETÖ’nün bittiğine inanmadığını” söylemiş, “Kim bilir nerelerden çıkacak, bunların temizlenmesi gerekiyor” demişti.
Gelecekte üzücü olaylar yaşanmaması açısından, başta “yargı, Emniyet, TSK, Eğitim” olmak üzere en önemli devlet kurumlarından FETÖ’nün tümüyle temizlenmesi konusu netlik kazanmalıdır.