Terör örgütü PKK’nın diğer azılı örgütlerin desteğiyle Türkiye’de ortaklaşa sergilediği kanlı eylemlerin önünde duran, Suriye ve Irak’tan gelen tehlikeleri göğüsleyen bu ülkenin şanlı ordusudur.
Temmuz’da terörü tekrar başlattıkları günden bu yana 150’ye yakın güvenlik görevlisi şehit oldu. Onların anaları, babaları, evlatlarının gözyaşı dinmedi, ateş düştüğü yeri yaktı.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Çarşamba günü Yargıtay’daki temyiz duruşmasında gösterdiği tepkilerde haklıdır. Kendisi de dahil yüzlerce onurlu asker yıllar boyu bir “kumpas” nedeniyle hapis yattı, aileleriyle birlikte çekmedikleri sıkıntı kalmadı.
Kendi toprağında yabancı…
En büyük saygıya layık insanların onuru, itibarı zedelendi, çoğunun hak ettiği rütbeleri ellerinden alındı, orduyla ilişiği kesildi. “Sehven” diyerek telefonlarına olmayan numaralar eklenip hapse atılanlar oldu.
Eğer kumpas olduğu açıklanmasaydı hepsi yüzlerce yıl hapse mahkum edilmişlerdi.
İlker Başbuğ olayların içyüzünü bilen, yaşayan bir Genelkurmay Başkanı olarak Ergenekon-Balyoz davaları için “Tarih bunu, bir ülkenin ordusuna yapabileceği en büyük ihanet olarak yazacaktır” dediği konuşmasının “savunma değil, taarruz” olduğunu ifade etti ve bu davaların nedenini açıkladı.
Davalar sürecinde “kendilerini kendi topraklarında yabancı hissettiklerini, bütün karargahını aldıklarını” söyleyen Başbuğ; ABD’nin Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde, ılımlı İslam planının uygulanmasında ve yapmak istediği değişikliklerde orduyu ‘önünde engel’ olarak gördüğünü ve paralel yapıyı kullandığını, devletin de buna göz yumduğunu” söyledi.
İllegal yapının marifeti!
Bir Genelkurmay Başkanı’nın yaşayabileceği en büyük sıkıntıları yaşamış olan Başbuğ’un anlattıkları daha önce “kumpas” açıklamasının arkasından dönemin hükümetinin söyledikleriyle örtüşmektedir.
Cemaat üyeleri yargıya, Emniyet’e, tüm kurumlara yerleşerek masum sivilleri ve orduyu yıllarca mağdur ettiler. Bugün ülkenin güvenliği için en güçlü şartlarda olması gereken TSK ciddi şekilde yara aldı.
Siviller ve askerler arasında ağır şekilde hastalanan, hayatını kaybeden veya onurunun kırılmasına dayanamayarak intihar edenler oldu.
O iddianamelerin “sahte” olduğunu yıllarca bilirkişi raporlarıyla, kanıtlarıyla haykırdılar ama kimseye dinletemediler.
Gereği nedir?
Adalet Bakanı Kenan İpek beraatlere bakarak “Önceki yargılamaları yapan hakimler yasadışı bir faaliyet göstermişlerse gereği yapılır. Türkiye bir hukuk devletidir. Türk milleti bizde adalet bekliyor” dedi.
Doğrudur. Eğer Türkiye bir hukuk devletiyse milletin beklediği adalet sağlanmalıdır. Oysa bu iddianamelerin asıl sorumlusu olan 2 isim Zekeriya Öz ile Celal Kara haklarında yakalama kararı çıkmadan bir gün önce yurt dışına kaçtılar.
Bu da kumpası yapanların hala kurumların içinde var olduğunun açık kanıtıdır.
Onları yakalamak, Türk ordusunun ve masum sivillerin ciddi mağduriyetine neden olan, ülke için büyük tehlike yaratan bu “derin paraleller”i temizlemek ve adaleti sağlamak devletin görevidir.