Bir ülkeyi yönetenler vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktan sorumlu oldukları kadar “adil ve eşit şartlarda yaşama hakkı”nı sağlamaktan da sorumludur.
İnsanların kendi ülkelerinde özgür ve insan hakları korunarak yaşama hakkı Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Yasalara somut, görünür şekilde kesin verilerle karşı gelmemiş insanlar kanıtlanamayacak veya hukuk dışı iddialarla özgürlüğünden mahrum edilemez. Türkiye “keyfi iddialarla” yüzlerce insanın uzun yıllar özgürlüğünün alındığı bir süreci Balyoz-Ergenekon davaları döneminde yaşadı.
Sivillerin ve askerlerin hayatından yıllar haksız şekilde çalındı, meslekleriyle onurlarıyla oynandı.. Terörle mücadele etmiş, ülkesi için hayatını ortaya koymuş onurlu askerler, komutanlar, hatta Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ yıllarca özgürlüğünü kaybetti.
Geçenlerde bir taksi şoförü askerliği sırasında “İlker Başbuğ’la omuz omuza terörle mücadele ettiklerini” anlatıyordu, üzüntüyle dinledim.
Aynı hata…
Bugünlerde Balyoz mağdurlarına milyonlarca liralık tazminatların ödendiğini duyuyoruz.
Bununla birlikte hiçbir maddi tazminat bir insanın haksız yere, yasalara aykırı bir eylem yapmadığı halde tek bir gün bile “bir hücreye tıkılıp tecrit edilerek yaşatılmasının” karşılığı olamaz.
Balyoz ve Ergenekon davalarında müebbet hapis cezaları verildikten sonra olayın “Devlet kurumlarına sızmış Cemaat üyelerinin kumpası” olduğu açıklandı ve beraat kararları çıktı.
O süreçte bu tutuklamaları destekleyen, kendi meslektaşları için bile olumlu konuşmayanlar bugün; şahit ve yardımcı oldukları büyük hukuk hatasını gördükten sonra gazetecilerin tutuklanmasına karşı çıkıyorlar.
Böyle bir tecrübeyi yaşamış olan ülkede artık benzer hataların tekrarlanmaması için, özellikle de “ifade ve basın özgürlüğünü” içeren davalarda büyük dikkat gerekir.
Neden tecrit?
Başbakan Davutoğlu da Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanma kararını doğru bulmadığını belirtti ama görünen o ki normal tutukluluk bile gazetecilerden esirgeniyor, bir de üstüne “hücrede tek başına tutularak tecrit edilme, bir yazıcının bile verilmemesi” gibi ağır ceza hükümlüsü uygulaması yapılıyor.
Oysa yargı süreci devam etmektedir ve gazetecilerin “tutuklanmayı gerektirecek bir suç işledikleri”, hele de “terör üyesi olmak” gibi gerçeklerden tümüyle uzak bir gerekçeyi hak ettikleri kanıtlanmamıştır.
Uluslar arası basın kuruluşları, AB ülkeleri, ABD bu olayı protesto eden açıklamalar yapıyor. Beyaz Saray’ın önünde protesto gösterisi yapıldı. Bunlar ve tutukluluğun devamı Türkiye’nin imajını dünya gözünde olumsuz etkileyecek olaylardır. Gerekmediği halde tutukluluk yaşamış herkes Türk mahkemelerinde, değilse AİHM’de devlet aleyhine yüksek tazminat hakkı kazanabilir.
Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasından hemen sonra yazdığım gibi bu tazminatların hepsini; devlet yerine “yanlış karar veren hakimlerin ödemesi” için de gereken değişiklik yapılmalıdır, adalet ancak böylelikle hatalardan arınabilir. Bu tutukluluk kararının kalkması toplum vicdanını rahatlatacaktır!