Geçtiğimiz hafta Ahmet Ümit’in romanlarını kendi dillerine kazandıran 11 çevirmen İstanbul’da buluştu. Çevirmenler, Ahmet Ümit özelinde, Türk yazarlarının kendi dillerine çevrilmesini de tartıştı. Türkçenin inceliklerini, kendi dilleriyle kıyasladılar. Ümit’le kitaplarının yurt dışındaki serüvenini konuştuk.Kitapları kaç dile çevrildi?İlk öyküm, “Bu son Sınav Değildir” o yıllarda 40 dilde yayınlanan “Barış ve Sosyalizm Sorunları” adlı dergide basılmıştı. Yabancı dildeki ilk romanım ise “Sis ve Gece” olmuştu, 1999 yılında Yunanistan'da yayınlandı. Onun ardından öteki romanlarım da çevrilmeye başlandı. Şu ana kadar Almancadan, Çinceye. Urducadan Macarcaya kadar farklı coğrafyalarda 23 dilde 60 romanım yayınlandı ama sözleşmeleri yapılmış, çevirileri süren romanları da eklersek otuza yakın dilde 80'a yakın roman yayınlanmış olacak.Çeviri yapılan ülkeleri düşünürsek;Romanlarıma en çok ilgi gösterilen ülkeler Arap ülkeleri, Yunanistan, Bulgaristan, Çin ve Almanya. Kore'de yayınlanan Masam Masal İçinde adlı kitabım, Kore’da okullarda okutulmaya değer kitap seçildi. Yunanistan'da bir Yunan yazar kadar tanınıyorum. Geçenlerde Yunan bir dostum, romanlarımın yazın Yunanistan sahillerinde insanların ellerinde en çok görülen kitaplar arasında olduğu yazdı.İstanbul Hatırası çok ilgi gördüKadınlar mı erkekler mi okuyor?Türkiye'de olduğu gibi yabancı ülkelerde de daha çok kadınlar tarafından okunduğumu söyleyebilirim. Bunu yabancı ülkelerdeki okuma ve imza günlerinden anlıyorum. Toplantılara katılanların üçte ikisi kadın. Almanya'da bu durum eşitleniyor çünkü Almanlarda polisiye romana büyük bir merak var...Çevirisi yapılan kitaplardan hangileri en çok sattı?Yabancı ülkelerde en çok yayınlanan kitabım “İstanbul Hatırası”. Yayınlandığı ülkelerde büyük ilgi gördü, “Bab-ı Esrar” ve “Patasana” da en çok okunan romanlarımın arasında.Kendi dili dışında bir romanın çevirisi aslına ne kadar sadık olabilir?Edebiyatın en büyük handikabı, malzemesinin dil olmasıdır. Dolayısıyla yazarın anadilinde kaleme aldığı bir roman, başka bir dile çevrilince, hiç kuşkusuz değer kaybedecektir. Bu noktada çevirmenin önemi ortaya çıkar. Hem Türkçeye, hem de kendi diline hakim olabilin çevirmenler iyi iş çıkartırlar. Hele bir de edebiyat merakları varsa, o zaman romanın lezzetini, kendi anadillerinde sunabilirler. O yüzden yabancı dillerde yayınlanan romanlarda çevirmenin önemi çok büyüktür. Bu açıdan şanslı olduğumu söyleyebilirim, şu ana kadar yapılan çevirilerde çok büyük yanlışlıklar yaşanmadı. Ama bunun için de yazarın çevirmenlerle temas içinde olması gerekir. Çeviri süresince, çevirmen yazara ulaşabilmeli, yazarla konuşabilmedir.Türk edebiyatının tanıtımına ne kadar katkısı olabiliyor?Genelde sanat, özelde edebiyat kültürlerin birbirlerini tanımasının en iyi yolu. Farklı ülkelerin, farklı kültürlerin birbirlerine karşı duyduğu önyargıyı yıkmanın, empati duygusunu geliştirmenin an sağlıklı yolu da sanat. Tolstoy'u, Dostoyevski'yi okuyanların Rus halkından nefret etmesi zordur. Türk romanlarını okuyan, bizim kültürümüzü tanıyan insanların da bizden nefret etmesi çok zor. O nedenle, edebiyat hem kendi ülkesini tanıtır, hem halkları birbirine yakınlaştırır, hem de sınırları ortadan kaldırır...
Doyuran Kareler herhangi bir kurum veya kuruluşa bağlı olmayan, gönüllü hayvanseverlerden oluşan bir sosyal sorumluluk projesi ve proje içinde yer alan gönüllüler hiçbir karşılık beklemeden çalışmalara katılıyor. Siz sokak hayvanlarını doyuruyorsunuz, onlar profesyonel fotoğraf çekimlerinizi yapıyorlar. Uzun yıllardır yönetmen, oyuncu veya düğün fotoğrafçısı olarak medya sektöründe çalışan gönüllüler; tecrübelerini çekecekleri fotoğraflara yansıtma konusunda da oldukça iddialı. Yönetmen ve gönüllü fotoğrafçı Savaş Çıkrak yönetmenliğe aktif olarak devam etmekle birlikte, fotoğraf alanında çalışmalar yapıyor. Fotoğraf eğitmenliğinin yanı sıra, ‘En önemli projem’ dediği Doyuran Kareler’in fotoğraf çekimlerini de yürütüyor. Fotoğrafçılığı hayvan sevgisiyle bütünleştirmek, yönetmenliğin verdiği sinema dilini de içine katarak fotoğraflar çekmek onun için büyük bir tutku. Çıkrak ile süreci özetledi.Fotoğraf çektirmek isteyenler para yerine mama alıyorAsıl işinin TV yönetmenliği ve aynı zamanda fotoğraf çılık olduğunu söyleyer Çıkrak, projeye nasıl başladığını anlatırken şunları söylüyor: “İlk olarak yaşadığım yer olan Moda’da sokak hayvanlarına mama karşılığı kurs verme fikriyle başladım. Sonra bir anda mama karşılığı düğün fotoğrafı çekme fikri belirdi. Nereden geldi bu fikir tam olarak bilmiyorum ama hemen sevgili İdil Fırat’la paylaştım. Ve uzun uzun üzerine konuştuktan sonra kesinlikle yapmaya karar verdik. 2 Nisan 2015 yılında ilk duyurularını yaptığımız ve hayata geçirdiğimiz bir proje Doyuran Kareler. İki yıldır kesintisiz olarak devam ettiriyoruz çalışmalarımızı.İnsanların ilgisi ne düzeyde?İlgi gerçekten muazzam. Özellikle bizi duyan hayvansever çiftlerin en sevdiği fotoğraf projesiyiz diyebilirim. Bugüne kadar 70 çiftin düğün fotoğraflarını mama karşılığında çektik. Ve bu sene bu sayıyı 2’ye katlayacağız gibi görünüyor. Beraberinde portre ve kurumsal fotoğraf çekimlerine de oldukça ilgi var.Beklediğiniz ya da beklemediğiniz tepkiler neler oldu?Hep olumlu tepkiler aldık. Arada çatlak sesler çıktı ve ‘Şov yapıyor bunlar’ diyenler oldu ama onlara da cevabını bizden önce gerek fotoğrafını çektiğimiz, gerek mama gönderdiğimiz hayvan severler verdi.Melis Birkan ve İdil Fırat projenin itici gücü olduİdil ve Melis uzun yıllardır arkadaş olduğum harika insanlar ve gerçek hayvan severler. İdil oyunculuğunun yanında oldukça başarılı bir fotoğrafçı. Her ne kadar kendini amatör tanımlasa da, çok daha fazlası olduğu bir gerçek. Fikir ilk ortaya çıktığında zaten hep içindeydi. Melis fotoğrafla ilgili biri değil ancak hayvanlar için yapılacak her çalışmada o kadar özverili ki, tanıtım sürecinde çok şey sağladı Doyuran Kareler için.Eğitimler 25 Mart’ta başlıyorSokak hayvanlarını beslemek için ne kadar para toplandı? Beklediğinizden az ya da çok muydu?Para değil mama topladık diyebilirim. Çünkü biz doğrudan para almıyoruz. Çalışma şeklimiz şöyle. Fotoğraf çekimi yapacağımız kişilerden bizim onları yönlendireceğimiz yerlere mama göndermelerini istiyoruz. Bizim belirlediğimiz miktarda mamayı internet üzerinden alışveriş yaparak gönderiyorlar. Mamalar ulaştıktan sonra da biz onlara çekim günü için rezervasyon yapıyoruz. Şu ana kadar çalışmalarımız karşılığında 50 ton mama gönderimi yaptık.Buna benzerler projeler var mı?2 yıldır devam ettirdiğimiz çalışmalarımıza ocak ayından itibaren bir proje daha ekledik. Hem daha fazla mama sağlamak, hem kendi gönüllü fotoğrafçı arkadaşlarımızı yetiştirmek için mama karşılığı fotoğraf kurslarımızı başlattık. Oldukça ilgi gören kurslarımıza şu ana kadar 200’e yakın arkadaşımız katıldı. Yeni dönem kurslarımız 25 Mart’ta başlıyor.25 yıllık basın çalışanıÇıkrak, neredeyse 25 yıldır televizyon sektöründe yönetmen olarak çalıştı. NTV ve Habertürk’te 10 yıldan fazla haber ve daha bir çok kanalda uzun yıllar program yönetmenliği yaptı. Hala aktif olarak çalışıyorum. Yönetmenliğin yanı sıra fotoğraf çekimleri ve eğitmenliği yapmaya devam ediyor.
Fırat Kalkanı Harekatı'nda görevli Uzman Çavuş Ömer Özkan, El Bab'da yürütülen operasyonlar sırasında bitkin bir halde bulduğu ve adını 'Barış' koyduğu kediye bir süre kendi imkanlarıyla baktı. Özkan, yoğun çatışmaların sürdüğü bölgede kediye kendi olanakları ile daha fazla bakamayacağı için onu Türkiye'ye gönderme kararı alarak sosyal medya hesabından gönüllülere çağrıda bulundu. Çağrıyı okuyan, Gaziantep Canlı Hayatı İyileştirme Derneği (CAHİDE) Başkanı Cengiz Bayram, Uzman Çavuş Özkan ile iletişime geçti. Dernek görevlileri, gittikleri sınır hattında operasyonda olan Uzman Çavuş Ömer Özkan'ın silah arkadaşından 'Barış'ı teslim alarak Türkiye'ye getirdi. Derneğin, Gaziantep'teki havyan barınağında tedavi edilerek bakımı yapılan kedi, kendisini sahiplenecek gönüllüyü beklemeye başladı.Süreci anlatan başkan Cengiz Bayram, Özkan'ın çağrısına tepkisiz kalmayarak iletişime geçtiklerini, 'Barış' kediyi almakve Özkan ile tanışmak için Suriye sınıra gittiklerini belirtti. Dr. Cengiz Bayram herkese umut veren hikayenin gelişimine ilişkin şunları söyledi: "Barış kedi ile ilişkimiz; bize sosyal medya üzerinden ulaşan Ömer Özkan çavuşun orada bir kedi bulduğunu, beslediğini onun da bir can olduğunu ve insandan farklı olmadığını, dolayısıyla onu kurtarmak istediğini iletmesi ile başladı. Ekibimiz Barış kediyi sınırdan aldı. Kedi çok bitkin ve açtı. Beslenmesi ve tıbbi bakımı yapılırken kafesten dışarı çıkmak istemedi çünkü çok ürkek ve sesten korkuyor. Ancak oyuncaklar ile oynamayı seviyor. Sanırım sessiz ve sıcak bir yuva ona iyi gelecektir.Barış, 5-6 aylık bir erkek kedi ve muhtemelen ev kedisi çünkü insanlardan kaçmıyor. Ancak savaş ortamından olmalı ki ürkek ve kendini kafeste güvende hissediyor. Depresif bir kedi. Ömer Özkan Çavuş Barış kediyi ailesine göndermek ile sahiplenmek arasında karar veremedi henüz. Sahiplendirme kararı verirse Kırmızı Kedi yayınevinin sahibine göndereceğiz.”CAHİDE hayvanların belediyesi“CAHİDE uzun adı ile Canlı Hayatını İyileştirme Derneği, özetlemek gerekirse biz hayvanların belediyesiyiz. Ne mi yaparız.? Facebook sayfamıza bakıldığında anlaşılır ama ben özetleyeyim. Ortalama 60 dostumuzu tedavi ettiğimiz bir kliniğimiz var. Veterinerler ile anlaşmamız var. Onlar burada tedavileri sürdürüyor. Ağır ameliyatlar için haftada bir defa MKÜ Veteriner Fakültesine Hatay’a gidiyoruz. Gaziantep’te hayvan hastanesi yok. 7500m2 Karakız Köpek Barınağımız var 350 tane engelli köpeğimiz bulunuyor. Bunların içinde 200 m2 alan kapalı ve 20 cm kalınlığında ince kum ile kaplı alan var. Orada felçli köpekler yaşıyor çünkü içinde bulundukları malzeme vücutlarında yara oluşmasını engelliyor. İdrar ve dışkıları kolayca toplanıyor. Organize Sanayi Bölgesinde 16 beslenme noktamız var ekibimiz her gün buralara yiyecek dağıtıyor. Nerden mi alırız? Yemek fabrikalarından, tavukçulardan ve kuru mama tabii ki. Özel bir hastanenin santralini kullanarak 24 saat ihbarlara gidiyoruz. Kaza yaralanma soğuğa maruz kalma gibi durumlarda... Ayda yaklaşık 30-40 dostumuzu sahiplendiriyoruz ve 3 ay sonrasında onları arıyoruz. Bugüne kadar kayıtlı 1500’e yakın sahiplendirme yaptık. Ortalama, ayda bir okula giderek farkındalık yaratmaya çalışıyoruz.Hayvan dövüştürenlere, eziyet çektirenlere karşı yüzbinlerce liralık ceza kestirdik. Barınağımız bundan dolayı basıldı, 5 dostumuz hunharca öldürüldü. Finansmanı kendi üyelerimiz arasından topluyoruz. Duygu sömürüsü yapacak ilanlar yayınlamıyoruz.
Yaşar Kemal ya da Dionysosun Dönüşü...Sanat tarihçisi, şair ve eleştirmen Yalçın Sadak geçtiğimiz ay, yakın dostu yazar Yaşar Kemal’in romancılığını irdeleyen bir kitap yayınladı. “Yaşar Kemal ya da Dionysosun Dönüşü“ Sadak, “Yaşar Kemal’in Çukurova’sı da bir sınır-uzamdır, sınır ilişkilerin mücadele alanıdır ve onun başlıca karakterleri de kaybetmeye yazgılıdır. Fakat bir değerler manzumesi öne sürmez hiçbiri. Aklı başında hiç kimse onun anlatılarının eşkıyalar, hantal köylüler, hüzünlü göçerler, henüz teşekkül etmekte olan proto-proleterler üzerinden değerler telkin ettiğini var sayamaz. Hardy,nin, Faulkner’ın ve Yaşar Kemal’in edebi modernlik içindeki konumları ayrıksı biçimde semptomatiktir kanımca ve yapıtları modernlik anlatıları için birer geribildirim işlevine sahiptir. Ne var ki, Faulkner ve Hardy’de geribildirimin bağlamı değerler, dolayısıyla kültürdür, Yaşar Kemal’deyse güç ilişkileri üzerinden tarihtir. Belki de Yaşar Kemal ilkseldir; genetik bilinçdışını doğrudan üreten bir ilk. Türkiye’deki edebiyat eleştirmenliği ne boyutta? Yalnız edebiyatta değil, sanat alanında da uzun zamandır muazzam bir gevşeklik ve atalet var. Spesifik dergilerde yazıldığını farz ettiğiniz kaliteli eleştiriler bile yazılmıyor epeydir. 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda muazzam bir çaba vardı. Devamlı bir yere yetişmeye çalışırdık. O günün eleştiri terminolojisi, aktüel sorunları... Bunların üzerine ölü toprağı serilmiş durumda. Eleştiriyi profesyonel olarak sürdürenler arasında da bunun hakkını vererek icra eden yok gibi.Kitap ekleri ve gazetelerde yazıyorlarProfesyoneller kitap, gazete eklerine kaydılar. Ama gazete eklerinde yapılanlara tam eleştiri demek mümkün değil. Galiba kitle kültürünün karşısında sorumlu eleştiri de sorumlu sanat da direnemeyeceği bir noktaya geldi. Yani magazin hayatımızın her yanını kuvvetle işgal ediyor. Eleştirinin de edebiyatın da işi zor. Bazı yayınevleriyle irtibatım vardı, bunlar büyük basın kuruluşlarının yayınevleri. Kitabımın onların formatları içerisinde yer alamayacağını söyledim. Çünkü çok kolay bir biçimde, muazzam bir kitap üretimi var. Genelde de eklerde birkaç yayınevi tanıtılıyor. Bilgide, kültürde, yayında, sanatta direnmek butik yayınların işi olmaya başladı.Eleştiriyi zorlayacak olan biraz da hem basında hem de genel yayıncılıkta editöryal müessese. Yığınla kitap çıkaran yayınevlerinde bana editör diye göstereceği birisi yok. Kırıntısı bile yok. Bir tür ticarethane işletir gibi, o mu bu mu satar diye bakıyor.Çoraklaşmış bir kültür doğuyorEpey zamandır tarihi romanlaştırmak moda oldu. Fakat tarih romana gelmiyor. En iyi tarihten faydalanmış, Amin Maalouf vs, ama uzun zamanda tutunma şansları yok. Bir tarihçi de geçmişi yazarken, belirli doneleri seçiyor, görmek istediklerini seçiyor. Diziden, romandan tarih öğrenilmesi İlber Ortaylı’nın dediği gibi bize özgü bir kasabalı garabeti. Bu furya geçecek söyleyeyim.Klasik roman teknikleri ile yazmadı“Yaşar Kemal her şey yazdı ama roman yazmadı. Klasik anlamda, 19’uncu yüzyıl roman teknikleriyle alakası yok. Bakın Tanpınar’ı okursanız o kalıplar içindedir. Sabahattin Ali, Kemal Tahir dahil, Yaşar Kemal’e kadar uluslararası çapta bir edebiyat eseri yaratmadılar. Ama oradaki evrenselliği anlıyorsunuz değil mi? Yerel mahalli olmayacaksınız. Yaşar Kemal’in farkı roman biçimine hiç bulaşmaması. Yaşar Kemal destancı, gazeteci olmak istedi, yaptı da bunu. Klasik edebiyatı da destanı da deli dolu bir dille kurmaca yazdı. Kurgu var ama roman değil. Bir öykü anlatılırken yolundan sapar, başka bir öyküyle sonuçlanır. Bu modern bir tekniktir. Ya da romanın düz bir öyküsü vardır, o öykü araya konulmuş başka öykülerle parçalanır. Parçalı bir form kurmaktır modern sanatın bütün tarzlarının temel problemi. Herkes Yaşar Kemal’i Çukurova yazarı zanneder ama onun dili, Türkçe’si kurmaca dili olarak, Türkçe’yi olağanüstü bir zenginliğe kavuşturdu bence.”“maktır modern sanatın bütün tarzlarının temel problemi. Bütünlüklü olmak totatiler olmaktır çünkü. Geçmişi bugüne buyuran totatiler söylemlerdir. Putin, Trump gibi... Ama modernitede, evrensel bir dünyada, siz, ben, öteki belirli kültürel, yerel alametlere göre ayırt edilmiyoruz. Dünyanın neresine giderseniz gidin kahvenizi Starbucks’ta içersiniz. Evrenselleşme gittikçe yerelliği değerden düşürüyor.Herkes Yaşar Kemal’i Çukurova yazarı zanneder ama onun dili, Türkçe’si kurmaca dili olarak, Türkçe’yi olağanüstü bir zenginliğe kavuşturdu.Yaşar Kemal her şey yazdı ama roman yazmadı. Klasik anlamda, 19’uncu yüzyıl roman teknikleriyle alakası yok. Bakın Tanpınar’ı (Ahmet Hamdi) okursanız o kalıplar içerisindedir. Sabahattin Ali, Kemal Tahir dahil Yaşar Kemal’e kadar uluslararası çapta bir edebiyat eseri yaratmadılar. Ama oradaki evrenselliği anlıyorsunuz değil mi? Yerel mahalli olmayacaksınız. Yaşar Kemal’in farkı roman biçimine hiç bulaşmaması. Yaşar Kemal destancı, gazeteci olmak istedi, yaptı da bunu. Klasik edebiyat da destan da okudu. Hepsini deli dolu bir dille yazdı. Kurmaca yazdı, kurgu var ama roman değil. Mesela bir öyküyü anlatırken yolundan sapar, başka bir öyküyle sonuçlanır. Bu modern bir tekniktir. Ya da romanın düz bir öyküsü vardır, o öykü araya konulmuş başka öykülerle parçalanır. Bütünlüklü olmak totatiler olmaktır çünkü. Geçmişi bugüne buyuran totatiler söylemlerdir. Putin, Trump gibi... Ama modernitede, evrensel bir dünyada, siz, ben, öteki belirli kültürel, yerel alametlere göre ayırt edilmiyoruz. Dünyanın neresine giderseniz gidin kahvenizi Starbucks’ta içersiniz. Evrenselleşme gittikçe yerelliği değerden düşürüyor.Nasıl formüle ediyorsunuz bunu?Tanzimat dönemi karışıktır. Kültürel kimliğimiz olarak hayatımız devam etsin, medeniyetin katkılarıyla da kalkınalım isteniyordu. Ona göre romanlar vs yazıldı. Bütün dünyada milli akımlar başladığında 1908’de Selanik’te “Genç Kalemler” diye bir dergi kuruldu. Ömer Seyfettin, dönemin önde gelen Türkçü yazarlar da var. Bu isimler Türkçe yazıp söyleme akımı başlattılar. Ulus devlet olunca dilinizin de ulusal olması kaçınılmaz. Sokaktaki insan saray diliyle konuşmuyor. O konuşma dilinin de Selanik kuşağı için şöyle dar alanları var: İstanbul’un konuşma dili ama Anadolu’yu bilmez. Karacaoğlan’lar, deyişler, sözlü edebiyatlar... Yaşar Kemal o arka planı inanılmaz derledi.Cumhuriyet dönemi yazarları dediklerimiz, Yakup Kadri’ler, Sabahattin Ali’ler, Tanpınar’lar kısıtlı İstanbul Türkçe’siyle yazdılar. Ama Yaşar Kemal bütün bu dilleri ortak bir potada kullandı. Merkezi olmadı.Bunu bilerek mi yaptı peki?Tabii ki. Alain Bosquet’nin sorularını yanıtlayarak meydana gelen “Kendini Anlatıyor” diye bir kitabı var. Yazılı cevaplanmış bir görüşme. Orada “Benim destancı dilim çok çabuk anladım ki roman diline yetmez. O zaman roman dilimi yaratmam gerektiğini anladım” diyor. Yaşar Kemal nerede modern edebiyatın içerisine giriyor? Lütfen iki pasajı arka arkaya okuyun. Önceden planlanmış bir şey yok. Tamamen doğaçlama, o an. Bunun adı emprovizasyon, bilindışı. Bugünkü sanatın temel meselesi dilin bilinçdışı şekilde kullanılması zaten. İnsanda tutku, arzu, mücadeleyi üretecek. Etki yaratacak bu dil.Yaşar ağabey bana bir şey anlatmıştı: Röportajlarıya çıkış yapmıştı, oradaki dilin roman dilinden farkı yok. Mesela Yahya Kemal Beyatlı da İstanbul diline Divan sesi kattı bir devrim yaptı. Nazım Hikmet’in İstanbul’da yazarken dili zayıftı. O da “Türkçe’yi hapishanede öğrendim.” der. Bu dil şiirde tecelli ediyor. Bakın Yahya Kemal, Nazım Hikmet. Hikayede ise Sait Faik mucizemiz var. Yaşar Kemal’e gelinceye kadar roman dili çok kısıtlıydı.Yahya Kemal demiş ki, Yakup Kadri de yanında oturuyor: “Delikanlı, sen Türkçe’ye büyük bir soluk getirdin. Bak bunlar ortaokul Türkçe’siyle yazıyor.”Yahu Yaşar Kemal’in dili alır götürür. Erirsiniz içerisinde. Türkçe onunla roman dili oldu.Bugünkü edebiyata dair eleştirileriniz neler?Bugün için beni heyecanlandıran, evrensel bazda bir yazarımız yok. En az 200 yıl dayanmış bir yapıta yapıt derim. Her yazar o dürtüyle başlar. Güncelin içersine gömülmüş edebiyatın uzun ömürlü olacağını sanmıyorum.Neyse kitabı konuşalım. Sonra kitabın son yazısını yazdım ve Yaşar ağabey çok mutlu oldu. Böyle bir bakan yok dedi. Ama ben modern filozofinin içerisine girerek de analiz yapmaya çalıştım. Baktım ki kimsenin umurunda değil. Oturdum bu işe giriştim. Hakkında yazılmış bütün eleştirileri okudum, hepsi birbirinin kopyası. Kimse Yaşar Kemal’in 40 küsür yapıtını okumamış. Bir edebiyatçıyı külliyatıyla değerlendirecekseniz iki kitabıyla yola çıkamazsın. Anormal bir okuma sürecine girdim. Kandilli’de sitede oturuyorduk. Dört ay boyunca komşularım inanamadı o yoğunlukta kitaplara. Boy boy dizilen Yaşar Kemal kitapları tuğla misali. Son şiir kitabımın dosyasını okuttum, Yaşar Kemal “Çok ince olmuş biraz daha çalış“ dedi. İlk defa bir sorumluluğu yerine getirdiğimden övünç duyduğumu söyleyebilirim. Yaşar Kemal külliyatının değerlendirmesidir bu kitap. Tartışalacak yönleri varsa tartışılır diye umuyorum. Ama külliyatını tamamen elden geçirerek belirli bir sistematik içerisinde onun edebi mirasını değerlendirmeye çalıştım.
Atatürk Barajı Gölü'nde bulunan oklu kirpiler 3 günlük çalışmanın ardından yakalandı ve kontrolleri yapılıp doğaya bırakıldı. Oklu kirpiler Atatürk Barajı’nda iş durdurdu… Geçtiğimiz haftanın en ilginç haber başlıklarından biriydi bu. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün Atatürk Barajı Gölü'nde bulunan tünellerde yaptığı çalışmalar sırasında nesli tehlike altında bulunan oklu kirpiler görülünce durum Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne bildirildi ve çalışmalara ara verildi. Ekiplerin 3 günlük çabalarının sonucunda yakalanan 5 bireylik kirpi ailesi kontrollerinin ardından doğal hayat ortamlarına bırakıldı.Ömürleri 15-20 yıl arasındaKurtarılan grup içerisinde büyük ihtimalle bir erkek, bir dişi ve yavrudan oluşan bir aile ve bunun yanı sıra iki adet de yetişkin birey daha bulunuyordu. Toplam 5 adet kirpinin kurtulduğu operasyon sonrası, Şanlıurfa Orman Su İşleri'nden yapılan açıklamada, oklu kirpilerin Türkiye’deki sayılarına ilişkin net bir envanter çalışması bulunmadığı belirtilerek, bu hayvanların ortalam ömürlerinin literatürde 15-20 yıl olarak geçtiği söylendi . Bölgedeki yetkililer bulunan kirpilere ilişkin şunları anlattı: "Bulundukları alanda yaptığımız gözlem neticesinde orada yuvalandıklarını söyleyebiliriz. Sanırız bir süredir orada yaşıyorlardı. Ancak söz konusu alan baraja ait bir bakım tüneli olduğundan, hayvanlar için ileriye dönük zarar yaratma riski taşıyordu. Bu nedenle oklu kirpilerin doğal alanlarına transferini gerçekleştirme gereği doğdu. Özellikle yaban hayvanlarıyla çalışırken temel amacımız; iki tarafı da düşünmek.Yani yaban hayvanına olan dışarıdan müdahaleyi, insan müdahalesini en aza indirmek ve yaban hayvanının insana olan temasını olanaksız kılmak. Takdir edersiniz ki, iki tarafta birbirinden korkuyor ve bu da iki tarafa da zarar ihtimali ortaya çıkarıyor. Bu nedenle oklu kirpiler müdürlüğümüzce tespit edilmiş uygun bir doğal ortama bırakıldı."Oklu kirpiler, memelilerin arasında en uzun dikenlere sahip olanları.Oklu kirpiler hakkındaOklu kirpigiller, Eski Dünya oklu kirpileri olarak da biliniyor. Bu familyayı Amerika'da bulunan ağaç oklu kirpilerinden daha rahat ayırt edebilmek için Eski Dünya oklu kirpileri de deniliyor. Dikenlerinden dolayı "kirpi" olarak adlandırılsalar da, asıl kirpigiller ile akrabalıkları yok. Familyanın Türkiye'de bulunan tek temsilcisi Hint oklu kirpisi. Oklu kirpiler, memelilerin arasında en uzun dikenlere sahip olanları. Bu okların bazıları 40 cm uzunluğa varıyor ve 7 mm kalınlığında olabiliyor. Okları çok sivri ve yaraladığı yerin iltihaplanmasına yol açabiliyor. Eskiden oklu kirpilerin oklarını gerçekten fırlatabildiklerine inanılıyordu. Bu ise kesinlikle yanlış. Ama oklarını kendini korumak için kullandığı doğru. Oklu kirpiler yerin altında yaşıyor. Bazı türler kendi kazdıkları tünellerde, bazıları da başka hayvanların kazdıkları mağaralarda ve kaya aralıklarında yaşıyor. Geceleri bitkisel gıda ihtiyaçlarını gidermek için yuvalarından dışarı çıkıyorlar.
Dağınıklar, endişeleri yüksek ama komikler, mütevazılar, kedileri seviyorlar, çoğu solak... Yapılan araştırmalar zekilerin özelliklerini böyle tanımlıyor.Çok zeki insanlar, sosyal hayatta bize garip gelen davranışlar sergileyebilir. Bunun nedeni dünyayı bizden farklı şekilde algılamaları. Bilim adamları zeki insanların ortak özellikleri arasında; pek çok şeye geç kalmak, düzensizlik gibi özellikler bulunduğunu söylüyor. İşte zekilerin 10 özelliği.1- Sol el marifetiSolak olanlar matematikte diğer insanlara göre daha başarılı. Yapılan bir araştırma kullanılan el ile aritmetik problemleri çözme becerisi arasında belirgin bir bağ bulundu. Çalışma Liverpool ve Milano Üniversitesi psikologları tarafından yapıldı.2- Dağınıklıkta odaklanmaDüzenli masada çalışmak verimli olunacağı anlamına gelmez. Groningen Üniversitesi'nin bir çalışması dağınık olan bir masanın insanları daha net düşünmeye ittiğini söylüyor. Bilim adamları,‘Sanılanın aksine görsel ve zihinsel dağınıklık, insanı net bir şekilde odaklanma ve düşünmeye zorlar’ diyor.3- Küfürü seviyorlar2014'te yapılan araştırmalar, çok küfür edenlerin etmeyenlere göre daha fazla kelime haznesi olduğunu ortaya çıkardı. Bu araştırmayla küfür etmenin sözel akıcılığa pozitif katkı yaptığı kanıtlandı.. Massachusetts Kolej psikologları, sözlü akıcılık ile zeki olmanın pozitif yönde bağdaştığını ve kanıtladığını söyledi.4- Komik olurlarMizah ile zekilik arasında güçlü bir ilişki var, "diyen Aberceywyth Üniversitesi'nden psikolog Dr Gil Greengross, 'Mizah, bilgiyi işlemeyi getirir çünkü komik şeyi doğru zamanda söylemek ve doğru bir şekilde sunmak akıl becerisi gerektirir’ diyor.5- Gece kuşlarıSatoshi Kanazawa ve ekibinin yaptığı araştırmaya göre, IQ’su yüksek olanlar geceleri daha aktif ve bağlantılı olarak geç yatağa giriyor. Aksine zekâ düzeyi düşük olanlar ise erkenden yatakta olmayı tercih ediyor. Zekilerin beyin aktiviteleri yoğun ve bu durum gece de sürüyor.6- Daha az sevişiyorlarNorth Carolina Üniversitesi'nden Dr. Carolyn Tucker Halpern, cinsel aktivitelere katılan gençlerin akranlarından daha az akıllı olduklarını tespit etti.'Kelime testinde daha yüksek puanlara sahip gençlerin cinsel ilişkiye girme ihtimalleri önemli derecede düşük' çıktı.7- EndişelilerGeçen yıl yapılan bir araştırma; gelecekte olumsuz potansiyeli olan olayları düşünerek endişelenen ya da negatif geçmiş olayları tekrar tekrar düşünerek sıklıkla endişelenenlerin, sözel sınavlarda yüksek puan alan bireyler olduğunu ortaya çıkardı.8- MütevazılarYeteneksizler eksikliklerini fark etmez ve telaşlanmaz; akıllı insanlar ise yetenekleri konusunda kaygı duyar. Kaygı ve zeka aynı doğrultuda gidiyor. Zeki olanlar kendini göstermeye çalışmaz ve başarısını onaylatmak için uğraşmaz.9- Kedi sahipleri daha zekidirEvcil hayvan sahipleri uzun süredir en iyi tüylü yoldaşları kediler ve köpekler gibi savaşıyor. Ancak 2014'te yapılan bir araştırma, kedi sahiplerinin köpek sahiplerinden akıllı olduklarını ortaya çıkardı. Araştırma, iki hayvanın sahiplerinin farklı kişiliklere sahip olduklarını ortaya koydu; kedi severler, enerjik, köpek severlerden daha hassas ve açık görüşlüler.10- En büyük kardeşler2007'de yapılan araştırmalar, ilk doğan büyük kardeşlerin genelde küçük kardeşlerinden daha yüksek IQ puanları aldığını gösterdi. Norveç Oslo Sağlık Enstitüsünden Profesör Petter Kristensen çalışmaya öncülük etti.
İstanbul Cerrahi Hastanesi'ni 1998'de açmış. Çok başarılı da oldu. Sonrasında idarecilik, yöneticilik kısmı yük haline gelince sattı. Gerçek işinin hastane idareciliği olmadığını biliyordu. Sinan Göker Göz Grup Başkanı, Operatör Doktor Sinan Göker, "İşletmecilik kolay bir şey değil Türkiye'de. İstediğim kaliteyi tutturabiliyordum, ama o zaman her şey bana aitti. Fakat başkalarıyla çalışmak o kadar kolay değildi. Mükemmelliyetçi biriyim, özellikle sağlık söz konusu ise. Dolayısıyla kendi istediğim kalitede tedaviyi uygulamak için, grup olarak buraya geldik. 5 doktorumuz var.Siz Türkiye'ye göz tedavileri konusunda yenilikleri getiriyorsunuz. Son gelişmelerden söz edebilir miyiz?Katarakt ameliyatlarındaki son gelişmeler önemli. O da şu: Katarakt ameliyatlarında cerrahi teknik olarak, 1990'da Fako'yu getirmiştim. Sonrasında lazer çıktı, onunla bir kısmını yaptık, Fako'yla devam ettik. En büyük değişiklik ise göz içine koyulan merceklerde oldu. Katarakt dediğimiz şey, gözümüzün içindeki kendi göz merceğimizin puslanması. İşte biz bu ameliyatlarda onu çıkarıp yerine yeni mercek takıyoruz. Bütün bu olay 10 dakikada bitiyor.Göz kabul ediyor yani?Evet kabul ediyor. Bebeklere bile uyguluyoruz. Ömrünün sonuna kadar o malzeme orada gidiyor. Merceğin numarası var tabii ki, hesaplanıyor ölçülüyor. Öyle takıyoruz ki, uzak gözlük kalkıyor. Yakın gözlük kullananların da gözlüklerine gerek kalmıyor. Yakın için, "Multifokal" göz içi mercekler de çıktı, yakını da gözlüksüz okumaya başladılar."Eskiden 60’tan sonra gelişen katarakt artık 40’larda oluyor."40 yaşından itibaren yakını görme problemleri başlıyor. Buna da çare olabilir mi bu mercekler?Onlara uygulamıyoruz. Çünkü bu bir katarakt ameliyatı. Gözü saydam olan insanlara pek uygulamak istemiyoruz. Sonuçta büyükçe bir ameliyat lazere göre. Lazerde zaten yakını tedavi edebiliyorum, yedi yıldır yüzde 90 oranında yakını tedavi ediyoruz. Hem uzak hem yakın aynı seansta bitiyor. Uzak bozarak değil, ikisi beraber. Bu teknoloji var. Dolayısıyla hastanın göz merceği saydamsa. Zaten genellikle 50 yaşından sonra katarakt başlıyor, o zaman bu ameliyat gündeme geliyor. En yenilik şu: Eski ameliyatlarda multifokal yöntem deniyordu ama bifokaldı. Yani iki odağı vardı. Bu okuma odağı 40 cm'ye fiksleniyordu. Odak değişirse görüntü bulanıyordu. Trifokal üç odaklı, göziçi, 40-60 cm, hem de uzak mesafe olan odaklar çıktı. Bozulmalar ortadan kalktı, derinlik mesafesi arttı. Yan etkileri çok aza indirildi. Işık parlamaları ortadan kalktı, yakından okuma konusunda, hastalara gözlüksüz ilaç prospektüsünü okutabiliyorum. Çok iddialı bir durum. Gözünü çok kullanan insanlara da rahatlıkla takabiliyoruz.Burada, bahsetmek istediğim bir şey var. Bazı sivri akıllı göz doktorları bir terim bulmuşlar akıllı lens diye. TV'lerde vs, reklamını yapıyorlar. Bu çok tehlikeli. Bir kere bu katarakt ameliyatıdır ve kataraktı başlayan insanlara yapıyoruz bunu. Sentetik bir lens takıyorsunuz.Pırıl pırıl bir göz merceğine sahip olan insanları ameliyat edip, bunları takmak hiç etik değil. Dünyada da yapılmıyor. Bir çeşit istismar bu. Gençlerde lazerle düzeltiyoruz zaten, 12 numaraya kadar miyopları, 7'ye kadar hipermetropları aynı şekilde.Göz içindeki sarı noktalar buharlaşıyorUçan sarı noktalara çözüm var mı?Bunun dışında başka bir yenilik, gözün içinde uçan cisimler oluyor. Muayane ederken görüyoruz onları. Bazen yuvarlak, bazen örümcek ağı gibi. Hastanın dikkatini dağıtıyor. Bazılarının görme oranı yüzde 70'e düşüyor. "Lazer vitreolizis" dediğimiz yöntemle gözün içindeki uçan şeyleri küçük parçalara ayırıp buharlaştırıyoruz.Peki neden oluşuyor bunlar gözde?Vücudumuzda kollajen dediğimiz lifler var. Onlar bir araya geliyor, yapışıyorlar. Yaşla da ilgili. Bazı hastalarda çok yoğun oluyor, gözünün önünden çok geçiyor, bazen de duruyor. Mercek ameliyatlarından sonra görmesi yüzde 70'e düşen hastalar, bunlardan şikayet ediyor. Buharlaştırıyoruz bu cisimleri, görmesi yüzde 100'e çıkıyor. 15-20 dakika sürüyor işlem. Ayakta kalıyor hasta zaten.Göz kuruluğu lazerle tedavi edilebiliyorGöz kuruluğu aslında zamanımızın hastalığı. Bunun sebebi de, hava kirliliği, işyerindeki havanın kirliliği gibi. Havalandırmalar da bunda etken. İnsanlar eskiden kontak lensleri 20 sene kullanırdı, şimdi beş senede kuruluk oluyor. Kuruluğun zararı, kaşınma, kızarma, batma yapması ve ağrıya dönüşmesi. Devamlı gözyaşı damlaları kullanmak gerekiyor. Bunun tam tedavisi de yok maalesef. Sonuçta bir lazer çıktı. Aşağı yukarı yüzde 40 kadar etkisi var. Bitkisel yardımcı şeyler de kullanıyorum.30 yaşında bile katarakt olunabilirArtık katarakt yaşı erkene indi. Normalde 60-70 yaştı ama artık 50 civarı. Bazen 30'larda bile görüyoruz. Basit, 10 dakikalık bir ameliyat. Yalnız iyi yapılması gerekiyor. Bir deneyim, bir de yanlış lens seçimi çok önemli. Hangi kişiye, hangi lensi takacaksınız bu kritik. Günde 8-10 saat çalışıp gözünü çok kullanana başka, araba, motor kullanana başka mercek takılıyor. Kalitesiz olanı takarsanız renkler bile değişir. Maviyi mor görürsünüz. Ameliyattan sonra gözde hiç astigmat, numara vs kalmaması gerekiyor.Göz sağlığından estetiğe yolculukBaşka bir yenilik olarak klinikte, göz etrafındaki, alındaki, yüzdeki kırışıklara lazer uygulaması yapıyoruz. Gözlerindeki sorunları tedavi ettiğimiz hastalar göz kapağı ya da altındaki sorunları da bizim çözmemizi istiyor. Şimdi birtakım lazerler var. Epey de geliştiler. Bunları da uygulamaya başladık. Mesela yeni lazer, göz çevresindeki kırışıklıklara epey iyi geliyor. Aşağı yukarı altı seans, 15 günde bir yapılıyor. Cilt altındaki kollajen yapıları uyarıyor.
Erkeklerin kendilerini her zaman güçlü göstermeye çalışmaları onların hayatını ıssız bir çöle çeviriyor. Dertleşmeye dost bulamıyor ve depresyona giriyorlar.Erkekler ağlamaz’, ‘Erkek gibi konuş’, ‘Erkek gibi güçlü’... Bütün bu yargılar aslında kadınlar kadar “insan” olan erkeklerin hayatını ıssız bir çöle çeviriyor. Dertleşmeye erkek arkadaş ve dost bulamayıp depresyona girdiklerinde bile bunu gösteremiyor, ağlamak istiyor ama başaramıyor ve kadınlara oranla daha çok yalnız, mutsuz hissedip intihar ediyorlar. Türkiye'de ölümle sonuçlanan intihar sayısı 2015 yılında 3 bin 211 kişi oldu. İntihar edenlerin yüzde 72,7’sini erkekler, yüzde 27,3’ünü ise kadınlar oluşturdu. Kadın ve erkeklerin intihar oranları arasındaki bu farklar diğer ülkelerde de benzerlik gösteriyor. Örneğin 2009 da İsviçre'de yüzde 15.7 erkek ve yüzde 6.5 kadın, Fransa'da yüzde 23.5 erkek, yüzde 7.5 kadın ve ABD'de ise yüzde 19.2 erkek ve yüzde 5 kadın intihar etti. Peki ama erkekler neden arkadaşsız ve dostsuz kalıyor?Y kromozomunun dayanılmaz ağırlığı...Psikoterapist CİSED Genel Başkanı Cem Keçe, "Depresyon erkeklerde çoğu zaman, kendilerini kötü ya da güvensiz hissetmelerine tepki olarak, kızgınlık ve öfke ile maskelenmiş bir şekilde açığa çıkar. Depresyon denilince erkeklerin dünyasında ilk akla gelen zayıflık olur ve erkekler bunu kendilerine yakıştıramaz. Toplumda da yaygın olan "Erkek ağlamaz, üzülmez" gibi dayatmalar erkeklerin depresyonu kabullenmesine ve bir psikoterapiste gitmesine engel olur. Yanlış bir şekilde sinirli ve gergin olmak toplumda güçlü bir erkek için kabul edilen davranışlar arasında ön sıralarda yer alır. Bu nedenle erkeklerde depresyon teşhisi koymak ve yardım almalarını sağlamak hiç de kolay olmaz. Çünkü erkekler Y kromozomunda bulunan bir genden dolayı kolay kolay yardım talep etmezler. Kötü hissettiklerinde evde aile fertleriyle, trafikte, iş yerinde arkadaşlarıyla kavga etmeye, tartışmaya başlarlar, içkiye ve uyuşturucuya yönelirler, yalnız kalmayı tercih ederler, riskli davranışlara girerler. Riskli spor yapmak, riskli araba kullanmak, evlilik dışı veya riskli ilişkilere girmek gibi davranışlar sergilerler. Bu tip depresyonu inkar etmeye yönelik savunmacı davranışlar ilerleyip kötü noktaya geldiğinde yardım almak için başvururlar.”Tarihteki avcılar hala o ruhu yaşıyor"Ben" merkezci olan, "ben"i seven, "ben"i öncelikli kılmayı arzulayan erkekler, doğaları gereği yalnız kalmayı sever ve zaman zaman yalnız kalmaya ihtiyaç duyar. Çünkü erkeklerde "yalnızlık" hissi tarih öncesi çağlarda tek başına avlanma zorunda kalan savaşçılara kadar uzanır. Hatta topluluk halinde yaşamın ve birlikte avlanma arzusunun yalnızlık duygusuyla başa çıkma ve bir kadın ile yaşamaya uyum sağlama ihtiyacı sonucu doğduğu söylenir. Albert Einstein’in “Tüm dünyada tanınmış bir insan olmak ve kendini bir o kadar yalnız hissetmek çok garip” sözü yalnızlık duygusunun koşullardan bağımsız ve evrensel olduğunun güzel bir örneği. Endüstrileşme ve sanal alemin hızla yaygınlaşmasıyla birlikte, yalnızlık neredeyse salgın bir hastalık gibi yayılmaya başladı, erkekler giderek daha da yalnızlaştı ve izole oldu, yalnızlık duygusuna diğer insanlardan kopma, mutsuzluk ve çaresizlik hisleri de eşlik etti. Zamanla depresyonun bir sonucu olan yalnızlık hissi süregenlik kazandığında yeni depresyoların nedeni de oldu. Orson Welles in dediği gibi “Yalnız doğarız, yalnız yaşarız ve yalnız ölürüz. Aşk ve arkadaşlık hissedince yalnız olmadığımızı düşünürüz..."Düşük testosteronProf. Dr. Osman Müftüoğlu, bir yazısında konuya değinirken şunları söylemiş: “Erkeklerde yalnızlaşma hali yaşlandıkça belirginleşiyor. Gençlik döneminin "ıssız erkeği" yaşlandıkça "yalnız erkek" haline geliyor. Günümüz kadınının erkeğe daha az ihtiyacının olduğunu düşünmek onları üzüyor. Ayrıca yeni hayat erkeklerin sperm sayılarını azaltıp, testosteron seviyelerini düşürüyor. Ürologlar bu duruma yeni bir sendrom bile tanımladı: "Düşük testosteron sendromu." Bu sendroma yakalanan erkekler daha yalnızlaşıyor.”Yalnızlığın acı sonuçlarıErkekler de intihar oranı kadınlara göre çok daha yüksek! Peki neden?Yalnız yaşayan, psikiyatrik ve ekonomik sorunlarla boğuşan, aile içi çatışmalar yaşayıp, gerek toplumun gerekse ilişkilerinin baskısı altında bunalıp ümitsizliğe düşen insanların ve de özellikle erkeklerin intihar etme riskleri daha yüksektir.Kadınların sıkıntılarını daha kolay paylaşan ve daha destek alabilen yapısı, kadın intiharlarının önlenmesine yardımcı olmaktadır.İngiltere'de erkeklerin yalnızlıkları üzerine yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre: 2.5 milyondan fazla İngiliz erkeğin bir krizde yardım veya tavsiye için başvuracak arkadaşlarının olmadığını gösteriyor.Mesela her 10 kişiden dördü iş yerinde hiç gerçek arkadaşı olmadığını söylüyor.Erkeklerin yaşları arttıkça yakın arkadaşlıkları azalıyor, 24 yaşın altındakilerin yüzde 7'si ciddi bir konuyu tartışacak arkadaşı olmadığını, evli erkeklerin ise yüzde 15'i bunu söylüyor.Gergin, tahammülsüz agresif oluyorlarİstanbul Florence Nightingale Hastanesi’nden, Uzm. Psikolog Gizem Ünveren erkek depresyonuna dikkat çekiyor;Erkeklerdeki depresyon semptomları kadınlardaki depresyon semptomlarına benzerdir. Fakat erkekler bu semptomları farklı ifade etme eğilimindedir. Depresyonun yaygın semptomları normal şartlarda zevk alınan aktivitelere karşı ilgi kaybı, yorgunluk, iştah kaybı, uyku bozukluklarıdır.Kadınlarda depresyon daha çok üzüntü ve değersizlik gibi duygulara sebep olur.Erkeklerde ise; sinirlilik, gerginlik, tahammülsüzlük, agresif ve dürtüsel davranışlar gösterme şeklinde ortaya çıkar. Kadınlar bu süreci ağlayarak geçirirken, erkekler ise daha çok heyecan verici ve tehlike yataran etkinliklere başvurma, hızlı araba kullanma, alkol-madde kullanımını artırma, dürtüsel ve kontrolsüz cinsel ilişkiler kurma gibi riskli davranışlara girebilriler. Ya da mevcut iş veya çalışma düzenini işkoliklik düzeyinde artırabilirler.Arkadaşlarına anlatacak sorunlarını bile yok sayıyorlarErkeklerdeki depresyonun geç fark edilmemesinin birçok nedeni vardır. Örneğin, erkekler ‘’güçlü’’ olmak zorunda olduğu için problemleri olduğunu reddetme eğilimindedir.Depresyondaki erkekler depresyonlarının duygularla ilişkili olan semptomları yerine fiziksel semptomlarından bahsetme eğilimindedir yorgun hissetmek gibi.Erkekler hisleri konusunda; üzüntülü mü, depresif mi, sıkıntılı mı olduklarına dair konuşmuyorlar. Erkekler genel itibariyle işle ilgili ve performanslarına yönelik şikayetlerde bulunuyorlar. Bu nedenle erkeklerde görülen mevcut depresyon gözden kaçabilmektedir.