Salih Yüce Muş’tan aradı. ‘Bundan 10 yıl önce lenf kanserine yakalandım, kanseri yendim. Şu anda kanserli hastalarla ilgili çalışmalar yapıyorum, dernek kurdum...’ diye anlatmaya başladı. Salih Yüce şu anda 30 yaşında. İki çocuk babası. 1998’de kansere yakalandığında büyük oğlu bebekti. İstanbul’da 1. Ordu Komutanlığı’nda askere başladığında rahatsızlandı, ’yorgunluk, bitkinlik’ derken GATA’da yumuşak doku kanserine yakalandığı tespit edildi. Dünya başına yıkıldı Salih Yüce’nin. ‘Teşhis konulduğunda durum kritikti. Hastalığım ilerlemişti. Duyduklarıma inanamıyordum. Bir süre eşimle de durumu paylaşamadım, dilim varmıyordu anlatmaya...’ diye anlatıyor Salih Yüce. Birçok kanser hastası gibi hem hastalıkla, hem bu hastalığın yarattığı psikolojik depremle hem de maddi sorunlarla boğuştu Salih Yüce. Yeşil kart aldıBir mektup yazıp durumunu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e anlattı, ‘yeşil kart’ sahibi oldu. Ankara Onkoloji Hastanesi’nde tedavisi devam ederken maddi zorluklar nedeniyle tedavi olamayanlar, umutsuz kanser hastaları onu derinden etkiledi. Memleketi Muş’a döndüğünde ise durum daha da içler acısıydı. ‘Nelerle karşılaştınız?’ diye soruyorum, Salih Yüce anlatıyor:’Türkiye’de çok iyi kanser tedavisi yapılıyor ama herkes bu imkanlardan yararlanamıyor. Türkiye’de çok iyi doktorlar var ama herkes bu doktorlara ulaşamıyor. Genç, yaşlı, çoluk çocuk çok perişan olunuyor. Kanserin tedavisi çok pahalı. Kanser aynı zamanda bir aile hastalığı. Hastalar tedavi konusunda bilgisiz. Daha da önemlisi bu süreçte yaşanılan sorunlardan dolayı umutlarını tamamen kaybetmeleri...Muş’a döndükten sonra ne yaptınız?İlk önceleri çevremde bu hastalığa yakalananlardan bir çember oluştu. Amerika’daki Pleformik Rabdomyo Serkom Vakfı ile temasa geçtim. Bunlar bu işle kafayı uzun süre yorunca karşınıza çıkıyor. Tüm hayatınız bu konular üzerine yoğunlaşıyor. 2004’te Muş’ta Onkoloji Hastaları Yardımlaşma ve Sevgi Derneği’ni kurdum. Neler yaptınız dernekte?İlk etapta kadınlarda yoğun olarak görülen meme kanseri taramaları yapıldı. Sağlık Bakanlığı’yla çalıştık. 87 kadına teşhis konuldu. Muş’ta birçok kadın doktora hayatında ilk kez bizim sayemizde gitti. Dernek Sağlık Bakanlığı ve Valilik’le çalışıyor. Onlarca çocuğa yapılan taramalar sonucunda lenf kanseri tanısı konuldu. Biz geliyoruzAB fonlarından destek almak için proje yazdınız... Ve ilk kez AB Türkiye’de bir kanser projesi için fon ayırdı...Projemizin adı ’Biz geliyoruz’. Kanserle ilgili bilgilendirici bir kampanya yapmayı amaçlıyoruz. Nisan ayında 10 Avrupa ülkesinden doktorlar ve kanser hastaları Türkiye’ye geliyor. Türkiye’den de doktorlar Muş’a gelecek. Türkiye’deki 10 ilde 2’şer kanser hastası seçiliyor. Bu hastaların yaşı 18-25 arası olacak. Bu kişilerle birlikte kanserli hastalara umut vermek istiyoruz. Bu kişiler salsa dersi alacak.Neden salsa?Herkes bizlerin halk oyunları oynamasını bekler. Öyle değil, bizim için değişik ve zor olan bir dansı seçtik. Hastalar da genç kanser hastalarına çaresizliği değil umudu işaret edecek. AB ne kadarlık bir fon ayırdı sizin için?8 bin 200 euro. Biliyoruz bu çok küçük bir rakam ama Muş’tan böyle bir proje çıktı ve Muş umudun sesi olmak istiyor. Bu projeyle onlarca Avrupalı Muş’a gelecek. Bizi tanıyacak. Sonuçta dünyanın neresinde olursanız olun hepimiz insanız ve kanser hepimize çok yakın. Biz bu projeyi hazırlarken bilinirliği artırarak kanser hastalarına yol göstermek ve umutlarını kaybetmemelerini sağlamak istiyoruz.
Cemile Tankurt Şenulubaş... Bu iki zor soyadının arkasında başarılı girişimci bir kadın var. Cemile T. Şenulubaş okulda başarılı, işte başarılı bir kadın. Evlenip çocuk sahibi olduğunda da her şeyin en iyisinin peşine düşmüş. “Çocuk da yaparım, kariyer de’ derken kendini evde danışmanlık yaparken bulmuş. O zamana kadarki kariyerine bakarsak, Cemile Hanım uluslararası bir firmanın yöneticilik basamaklarında olacak bir isim. Liseyi Beşiktaş Atatürk Lisesi’nde okurken AFS programıyla gittiği Amerika’da bitirmiş, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek şeref derecesiyle mezun olmuş. London School of Economics’de master yapmış. Sabancı’nın satış ekibinde ve Lafarge’ın çeşitli şirket projelerinde görev almış. İlk kızı doğduğunda çok iyi maaş aldığı işinden ayrılmış. İkinci bebeği olduğunda ise yeni işi kafasında şekillenmeye başlamış. Neden Türkiye’de yok? Her yurtdışına gidişinde iki kızı için bavulunu oyuncaklarla doldurmaya başladığında, “Bu oyuncaklar neden Türkiye’de yok?” diye düşünmüş ve bu süreç sonucunda oyuncakçı olmuş. Ben “akıllı oyuncak” diyorum, Cemile Hanım, “eğitici ve öğretici” diyor. Cemile Tankurt Şenulubaş’ın Leonardini adıyla mağazalar zinciri var. Leonardini, “Leonardolar” demek. İtalyanca bir isim olması yanıltmasın, hem bilim hem de sanatla yoğrulmuş çocukları çağrıştırsın diye Tankurt oyuncak mağazasına bu adı koymuş. 4 farklı markanın oyuncakları satılıyor Leonardini’de. Dünyaca ünlü ve güvenilir oyuncak markaları ELC (Early Leraning Center), Fiesta Crafts, House of Marbles ve Orchard Toys’un ürünleri. Anneliğin girişimci yaptığı Cemile Tankurt Şenulubaş, 5 yıllık planlarını atıyor. Çin’de denetim altında tahta oyuncaklar üretip, bu oyuncakları Avrupa ülkelerine satma hayalini kuruyor. Neden olmasın?CE damgalı oyuncak aldınız, peki gerçek mi?‘Çin malı’ oyuncak krizinden konuşuyoruz. Birçok marka, oyuncaklarını Çin’de yaptırıyor. Cemile Hanım, anne ve babaları uyarıyor: “Üzerinde CE damgası olmayan oyuncaklardan uzak durun ve bu damganın gerçek olup olmadığını, yani oyuncağa sonradan eklenip eklenmediğni kontrol edin” Peki bunu nasıl anlayacağız? Oyuncakların sertifikasına bakmak ve çok uyanık olmak gerekiyor.Balıkev İstinye Park’ta günde 1.5 ton balık satıyor Alışveriş merkezlerinin sayısı artıyor, rekabet tavana vurmuş durumda. Fark yaratmak, müşterinin ayağını alıştırmak gerekiyor. İstinye Park yeni alışveriş merkezlerinden biri. Dev gibi. Lüks tüketim de var, balık ekmek de.Belki de en çok dikkat çeken yönü lüks markaların bulunduğu bulvarı oldu ama neresi alışkanlık yarattı derseniz, balık ekmek derim.Alışveriş Merkezi’nin pazar yeri tuttu. Her daim tıklım tıklım. Günaydın, Malatya Pazarı, Uğur Market, Pelit ve Backhouse...1200 fiş kesiliyor.Oradaki yerlerden biri de Fishmekan’ın ortaklarından Çetin Kırışgil’in Balıkev’i. Balıkev’de günde 1000-1200 fiş kesildiği oluyormuş.Hatırlatayım, Balıkev’in sadece 30 masası var. İsterseniz taze isterseniz pişmiş balık alabiliyorsunuz. Peki Balıkev neden cazip?Bir kere fiyatları çok uygun. Balık pişirmeyi biliyorlar. Mezelerle doymadan balığın tadına doyarak yiyorsunuz. Ve hızlılar. Servis iyi, beklemiyorsunuz. Taze balığa doymak isteyenlerin yeni adresi Balıkev’de günde 1.5 ton balık tüketiliyor. Bu arada İstinye Park’ın lüks markalara ayrılan bölümünde Borsa ve Loft’un sahipleri tarafından açılan Masa var. Masa ‘görelim, görünelim’ meraklıları için iyi bir adres. Yemeklerine diyecek lafım yok ama servislerinden şikayetçiyim. “Benim şansıma, çok yavaş servis yaptıkları günlere denk geliyorum” derken çevremde Masa’ya giden herkesten aynı şeyi duyar oldum. Hızlanmalılar.İstinye Park’ta farklı lezzet durakları var. Onlar da başka bir yazıya kaldı.
Nişantaşı City’s Aralık ayında açılacaktı, açılış bu ayın 18’ine kaldı. ‘Artık Nişantaşı Daha Farklı’ sloganını kullanan City’s, şimdiden farkını hissettiriyor.Ön cephe ve kapıya birazdan geleceğim, ilk önce arka kapı.City’s’in arkasındaki kat otoparkını kullanıyorum. Otoparka girerken her zaman geçtiğim sokaktan farklı bir sokağa ışınlandım sandım. Asfalt yenilenmiş, sokak ağaçlarla donatılmış ve çok şık olmuş. Ön cepheye gelince...Günlüğü 10 bin dolarYazıldı, çizildi... Türkiye’de ilk defa dış cephede dev LED ekranlar kullanılıyor. Şu aralar Rumeli Caddesi’nden geçerken moda şovlarına gözünüz takılıyor. Yakında o dev ekranlarda ünlü markaların reklamları dönecek. Merak ettim, günlüğü 10 bin dolarmış. Hangi marka bu parayı verecek, bekleyelim görelim...Açılış için hummalı çalışma sürerken içeride yemek alışverişi başlamış! Komşu Kebap da City’s’de yerini alacak, onlar her şeyleriyle açılışa hazırlar. Komşu’nun sahibi Kemal Koç, City’s’de her gün o leziz dönerini döndürmeye başlamış. Müşterileri ise son hazırlıklar için alışveriş merkezinin içinde çalışan herkes. *** AB sayesinde ne eti yediğimizi bileceğiz Romanya ve AB ile ilgili bir yazı okurken gözüme takıldı. Bükreş’te semt pazarı, ara sokaklarda açıkta peynir ve et satılıyor. AB’ye giren Romanya’dan AB uyum bekliyor!Bunu not ettikten birkaç dakika sonra Açık Toplum Enstitüsü’nden Hakan Altınay ile Eurohorizons’tan Şebnem Karauçak’ın mailleri geldi. Eurohorizons, AB konusunda şirketlere ve sivil toplum örgütlerine danışmanlık veren ve proje hazırlayan bir şirket. Eurohorizons, Açık Toplum Enstitüsü için bir araştırma yapmış. ‘100 Konuda AB’ konulu araştırmada Türkiye’nin AB’ye uyumlu, kısmen uyumlu ve uyumsuz olduğu konular saptanmış.Uyumlu olduğumuz konularda çocuk ve kadın hakları kapsamındaki birçok konunun son yıllarda yapılan değişikliklerle gerçekleştirilmiş olması sevindirici. Örneğin: Evlilik dışı doğan çocuğunu öldürene ceza indirimi kalktı...Biz değiştiremiyorduk, AB sayesinde her çocuğun doğuştan aynı haklara sahip olabileceğini ve ‘namus’ kalkanı altında cinayete indirim verilmemesi gerektiğini anladık. Uyumsuz olduğumuz birkaç noktayı yazacağım:* Seceresini bilmediğimiz sığır etini yemeyeceğiz.* Büyükbaş hayvanlara pasaport.* Genetiği değiştirilmiş organizmalara sıkı denetim.Yakında AB sayesinde ne yediğimizi bilme ümidimiz var görünüyor.Araştırmayla ilgili ayrıntılı bilgilere www.avrupa.info.tr’den ulaşabilirsiniz.
Moda 2008’de dünyada yaşanan felaketlerin etkisini vitrinlere taşıyacak... Kumaşlardan modellere kadar her detayda değişen dünyanın izleri görülecek... İşte ünlü modacılardan gelecek yılın trendleri... Akıllı gömlekler, kendi kendine uzayıp kısalacakÇEVREYE DUYARLI MALZEMELER: Önceleri, daha bireysel est etik duyarlılıklara hitap eden, tüketicilerine, pırıltılı bir fantezi dünyası vaat eden bir estetik üretim alanı olan moda, gelecekte öncesinden daha az başına buyruk, daha çok çevresine duyarlı ve tüketicinin “daha iyi bir dünya” da yaşamasına katkıda bulunan bir alan olma yolunda. “Yeşil” tasarım ve “sürdürülebilir” tasarım, her alanda olduğu gibi modada da ağırlığını hissettirmeye başlıyor. ANTİ KANSEROJEN AYAKKABI: Örneğin İngiltere’de üretim yapan ayakkabı firması Terra Plana bu sene The Observer gazetesinin verdiği Etik Ödülleri’nde “Yılın Etik Moda Ürünü” ödülü aldı. Ayakkabı tasarımlarında kanserojen olan krom maddesini kullanmadan işlenen deri ile saf lateks ve geri dönüştürülmüş kauçuktan imal edilmiş taban kullanan firma tasarımcıları, çözücü ve zararlı kimyasal maddeler içeren yapıştırıcı kullanımını da en aza indirmek için özel dikişli tasarımlar geliştirerek bu ödüle layık görüldüler. Yakın gelecekte malzeme ve üretim teknolojileri yeni moda dilinin şekillenmesinde daha etkin olacak diyebiliriz. 2008’İN SİYAHI ‘YEŞİL’ OLACAK: Kıyafetlerin üretildiği malzemelerin ve üretim süreçlerinin çevreyi kirletmemesi, malzemelerin katkısız olması, organik iplik ve kumaşların ve zararsız boyaların kullanılması yakın gelecekte artık her yerde sadece bir trend kaygısı değil, üretilen modanın kabul edilmesi için bir gereklilik halinde. Denildiği gibi, “yeşil” yeni “siyah” olacak.PARFÜM SIKAN TİŞÖRTLER: Geleceğin kıyafetleri, örneğin nanoteknoloji yardımıyla, daha iyi nem geçirgenliği olan, ya da kullanıcısını duruma göre daha sıcak ya da daha soğuk tutan, vücut ısısı yükseldiğinde parfüm salgılayan, kısacası daha akıllı kumaşlardan imal edilecek. Örneğin, yakında raflarda ortam sıcaklığına göre kendi kendine kolu uzayıp kısalabilen akıllı gömlekler, çevresel koşullar üzerinde daha çok hakim olabilen ürünler görebileceğiz.Teknoloji duygusal moda ahlaklı olacak2008 yılında dünya genelinde biraz daha iyimser bir yaklaşım beklentisi var. Teknoloji ve fütürist akımlar öne çıkıyor. Ancak son derece insancıl bir fütürizm var- hatta duygusal bir teknoloji! Çevreye duyarlı, akıllı tekstil teknolojilerinin olduğu, yeşil ve organik tekstillerin olduğu, etik tekstillerin (çalışan standartlarının gözetildiği ve önemsendiği) moda yaklaşımları hakim olacak. Moda hiç olmadığı kadar yaşama ve çevreye duyarlı hale geliyor, markalar arkasında güçlü kimlikler ve zihinler yaratmaya çalışılıyor. Louis Vuitton’un Gorbaçov ilanları gibi kimlikli çalışmalar daha dikkat çekici hale geliyor.Su bulamazken kürk giymek ayıp olacakORGANİK KUMAŞLAR: 2007’de insanlar derin bir uykudan biraz olsun uyandı. Tüketicilerin bilinci arttı. Ve insanlar bilinçli olma yolunda hızla ilerliyor. Bir uyanış dönemi yaşıyoruz. Toprağa, doğaya, havaya, suya sahip çıkmamız gerekiyor. Küresel ısınma herkesi düşündürdü. ’Ucuza alalım, kullanıp atalım’dönemi bitiyor. Çünkü bu şekilde atık üretiyoruz. Bu atıklar dünyanın geleceğini etkiliyor. Sinyalleri bu yıl herkes çok net hissetti. Bu yüzden de modada organik kumaşları daha sık görmeye başladık. Artık çok daha sık göreceğiz. Organik kumaş kullanımı artacak. Özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde son yıllarda doğal elyaf ve pamuklu kumaş kullanımı arttı. Bebek ve çocuk giyiminde bu konuda daha da duyarlı davranılıyor. 2008’in renkleri, tüm bu uyanışın sonucunda yeşil ve tonları. Orman renkleri de diyebiliriz. Aynı şekilde deniz kabuğu formu da kumaşlarda kullanılacak. Organik ritimler de kumaş dokularına yansıyacak. LÜKS KAVRAMI DEĞİŞECEK: Lüks tüketim konusu çok farklı bir noktada. Pahalı çantayla gezmek, kürk giymek... İçecek suyun bile lüks olabileceği bir dünyaya doğru giderken kürk giyip dolaşmak nasıl karşılanır, düşünmek lazım. Bunları düşünmeyenleri nasıl anlayacağız bunu da pek bilmiyorum. Yeni tasarımcılar bu konulara çok dikkat ederek hazırlıyorlar tasarımlarını, büyük markalar ise hala bu konuları görmüyor, ’herkesi aynı yapalım’fikrinin peşinde koşuyor. Ama nereye kadar? YÜKSEK BEL YİNE MODA OLACAK: Bu sene çok tunik vardı. İnsanların kendilerini iyi ve rahat etmelerinin önemi artıyor. Tunikler yine olacak. Beli düşük tercihler geçmişte kaldı, bel yükseliyor, pantolonlarda bol formlar var. Hava ısındığı için koton ve ipek tercihler olacak. teknik tekstiller de ön planda. Romantik çiçekli hayaletli elbiseler Tekstil ve moda dünyasının dünyada en çok takip edilen İngiliz moda portalı WGSN’in trend raporu şöyle: - 2007-2008 sonbahar-kış sezonunun koyu ve karanlık trendlerinden sonra 2008 yazı çok parlak geçecek . Tasarımcılar güneşin parlaklığını ve gökkuşağının tonlarını taşıyan hafif kumaşlar seçecekler. - Ilık mercan tonları, sıcak fuşyalar, deniz ve gök mavisi öne çıkacak. Küresel ısınmanın da etkisiyle hafif kumaşlar daha önemli bir hal alıyor. Organza, tül ve ipekli saten gibi kumaşlar yükselişte. - Romantik çiçek desenleri geri dönüyor. Gerçekçi bilgisayar efektleri çok trendy olacak. En moda motif ise hayaletler...
İstanbul’da yabancı turistlerin kalış süresi 2.1 gün. İstanbul iki güne sığar mı? Asla. İstanbul’da iki gün kalan turist ne kadar para harcar, ne kadar tanır İstanbul’u?2.1 günün içine havaalanında geçirilen süreyi de eklediğinizde İstanbul’a gelen yabancı konuklar için dolu dolu yaşanan bir buçuk günden söz edebiliyoruz. Bunları Ekin Grup Yönetim Kurulu Başkanı Halim Bulutoğlu’yla konuştuk. Bulutoğlu, İstanbul’a yabancı konukları çekmenin yollarından birinin İstanbul’un kongre ve fuar merkezi haline gelmesi olduğuna inanıyor. Yıllardır fuar organizasyonu yapan Bulutoğlu’nun verdiği bilgiye göre, kongre ya da fuar için İstanbul’a gelenler en az 5-6 gün kalıyor.30 bin ziyaretçi Ekin Grubu HOTEQ fuarını düzenleyen şirket. Fuar dün Beylikdüzü TÜYAP’ta başladı. Önceki yıllarda EMITT (Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı) kapsamında gerçekleştirilen HOTEQ ve Mutfak Günleri Fuarları bu yıl ayrı yapılıyor. HOTEQ otelcilikle ilgili 40’a yakın sektörü bir araya getiriyor. HOTEQ kapsamında İstanbul Mutfak Günleri Festivali, Kahve Yarışması da yapılıyor. Bulutoğlu, 40 bin m2’lik alan içinde 10 salonda gerçekleştirilen fuarı bu yıl toplam 30 binin üzerinde profesyonelin ziyaret etmesini beklediklerini söylüyor. Bunların 500’ü yabancı şirketler ve temsilcileri.Geçen yıl HOTEQ’e katılan yabancı tur operatörlerinin ilginç kampanyaları olmuştu. Akdeniz çanağındaki sıkı rekabetin yansımalarıydı bunlar. Bu yıl da fuar için özel bir ziyaretçi çalışması yürütülüyor. Bulgaristan, İtalya, İngiltere, Hollanda, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Portekiz, Singapur, İsrail, Polonya, Arnavutluk, Sırbistan, Makedonya, Macaristan ve Çin’den satın almacılar katıldı fuara.50 bin yeni yatakTürkiye’de bu yıl turizm sektörü yılı yüzde 25 büyümeyle kapatıyor görünüyor. Önümüzdeki yıl 100 otel açılacak, bu aşağı yukarı yeni 50 bin yatak demek. HOTEQ şimdiden kurulan yeni bağlantılar için iyi bir zemin oluşturmuş görünüyor. 500 ünlü aşçı İstanbul’da HOTEQ otelcilikle ilgili her detayı biraraya getirirken Mutfak Günleri’nde aşçılar yarışıyor. Dünya Şefler Birliği’nin (WACS) koyduğu kurallar çerçevesinde fuar bünyesinde yapılan yarışmalara 20 ülkeden 500’ün üzerinde aşçı katıldı, Ben bu yazıyı yazarken yarışmalar sonuçlanmamıştı. Festivalde bu yıl peynir, ekmek, şarap ve çikolata alanlarında atölye çalışmaları yapılıyor. Meraklılarına duyurulur. Ayın 19’una kadar bu etkinlikleri TÜYAP’ta izleyebilirsiniz. Ayrıca düzenlenen Coffee Barista yarışmasında katılımcılardan Otomatik Espresso Makinesi ve Otomatik Öğütücü kullanarak 15 dakika içerisinde 4 espresso, 4 cappuccino ve 4 marka içecek (Signature Beverage) sunulması bekleniyor.
SAS dünyanın önde gelen yazılım kuruluşlarından biri. Nuray Akmeriç SAS’ın Türkiye Genel Müdürü. 8 yıldır SAS’ta çalışıyor. Ve 25 yıldır bilişim sektörünün içinde. Nuray Akmeriç, günümüz koşullarında şirketlerin en çok ihtiyaç duydukları hizmetlerden birini veriyor. İhtiyaçları analiz ediliyor. Veri tabanı oluşturuyor, geliştiriyor. Çözümler Türkiye pazarına uygun hale getirilip müşterilere katma değer sağlayacak hale getiriliyor. Bu söylediklerimin daha da anlaşılması için şu örneği vereyim. Müşteri adres listesini güncellemeyen bir bankanın her gün adrese ulaşmayan evraklarından uğrayabileceği zararı bir düşünün. SAS’ın müşterileri bankalar ve büyük şirketler. Hoca değil öğrenciyimZarif ve mütevazi bir iş kadını Nuray Akmeriç. Sohbetimiz sırasında aynı zamanda öğrenci olduğunu öğreniyorum. Akmeriç gençlik hayalini gerçekleştiriyor şu sıralar. Bilgi Üniversitesi’nde Ekonomi Hukuku üzerine master yapıyor.‘Herkes beni hoca sanıyor’ diyen Akmeriç, ilgi alanlarınızda bilgi sahibi olmanız için zaman yaratmalısınız’ diye de ekliyor. İş zekası yazılımları şirketi SAS’ın başındaki isim Nuray Akmeriç...İş zekası yazılımları tam olarak ne yapıyor. Siz şirketlerin işini nasıl kolaylaştırıyorsunuz?Her şirketin verileri var. Günlük veriler de geliyor. Bunlar iyi analiz edilirse şirket verimli oluyor. Ve veriden bilgiye ulaşmak önemli. SAS şirketlerin her türlü verisini bilgi haline getiriyor. SAS kaç ülkede var?51 ülkede 110 ofis var.Daha çok hangi sektörlere hizmet veriyorsunuz?İlaç araştırmaları, havayolu şirketleri, bankalar, lojistik sektörü en çok hizmet verdiğimiz sektörler.Örnek verebilir misiniz?Bir havayolu şirketi için müşteriye uygun tarifenin uygulanması çok önemli. Bunun için verileri topluyor, en uygun tarife için altyapıyı hazırlıyoruz. Örneğin bir şirket kampanya yapacak, müşterilerini iyi tanıması önemli. Hedef belirleme ve başarı açısından bu şart. Aman müşteri kaçmasınŞirketler size daha çok yeni müşteri kazanmak için mi geliyor?Bu talep de geliyor ama şirketler için asıl önemli olan mevcut müşteriyi elinde tutmaktır. Bir kurum için hayati önem taşıyan, iş yapılan müşteriler, tedarikçiler ve kurum içindeki faaliyetler. Şirketlerin öncelikle müşterilerini tanınması lazım. Kurumun kendi içindeki işlemlerde finansal raporlar ya da risk yönetimi gibi konular öne çıkıyor. Bunların hepsi farklı iş çözümleri gerektiriyor. SAS ilk zamanlar yaptığı işi anlatmakta zorlandı mı?Zorluklar oldu ama en önemlisi yaptığınız işlerin referansınız olması. 8 yılda yüzde 584 büyüdü SAS. Akmeriç, ’Dünyada artık bilgi çok hızlı yayılıyor ve yenileniyor. 11 sn’de bir veri 2’ye katlanıyor’diyor.Kimlere iş zekası satıyor?Aviva, HSBC; Avea, Garanti Bankası, Yapı Kredi, Citibank, Koçbank, İş Bankası, Axa Oyak, Koç Allianz, Commercial Union, Türk Hava Yolları, Turkcell, Kıraça Holding, Coca Cola, Boyner.Sistem analisti olarak başladı, pazarlamaya geçtiNuray Akmeriç Adana Özel Yeni Lisesi’nden sonra ODTÜ’de Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. İlk işi Mensa firmasında oldu. Programcı ve sistem analisti olarak göreve başladı. Daha sonra Bimsa’nın İstanbul’daki bilgi yönetimi bölümünü kurmakla görevlendirildi. 1995’te satış ve pazarlama bölümüne geçti. Software AG Satış-Pazarlama Müdürü oldu. 2000 Ocak’ında da SAS Institute Türkiye Genel Müdürü oldu.
Koç Grubu’nda üst düzey yöneticilik yapan Jan Nahum, 30 yıllık şirketinden ’zor bir kararla’ ayrılarak ilk gençlik hayalini gerçekleştirdi, ağabeyiyle ortak bir tasarım ve nanoteknoloji şirketi kurduNahum, “Üniversiteyi bitirince tasarım şirketi kurmak istedim, babam ‘Vehbi Koç’a anlatamam’ dedi, izin vermedi. Şimdi şirketimde geleceği tasarlıyoruz. Neden Avrupalı Türk tasarımı araçlara binmesin?” dediOtomotiv sektörünün duayenlerinden Jan Nahum uzun yıllar süren yöneticilik deneyiminden sonra ağabeyiyle ortak Hexagon adlı bir şirket kurdu. Hexagon, otomotivde tasarım ve nanoteknoloji şirketi. Malum Jan Nahum Türkiye’deki otomotiv sektörünün en önemli yöneticilerindendi. Fiat Başkanı olduğu dönemde Türkiye’den uluslararası alanda yer alan en üst düzey yönetici oldu.Şimdilerde yeni şirketinde yine çok farklı başarıların peşinde koşuyor. Nahum’la yeni ofisinde buluştuk. İşe sabah 3’te başlıyorHızlı konuşan, hızlı düşünen, işine aşık, fark yaratma konusunda uzman biri. Bugüne kadar yöneticilik yaşantısı boyunca sabahları 03.00’te işe başlayan bir yöneticiye rastlamamıştım. Ezcümle Nahum farklı biri. Ortaya attığı fikirler çoğu zaman aykırı kaçsa da o bunları hayata geçirme konusunda hep başarılı olmuş. Babam Koç’un ortağıydı* Siz gözünüzü otomotiv sektöründe mi açtınız? Öyle denilebilir. Babam, Vehbi Koç’un ortağıydı ama bu ortaklıktan önce de evimizde otomotive ilgi vardı. 1959 yılında Vehbi Bey’le babam Bernar Nahum’un ortaklığı kuruldu. Evde otomotiv kültürü vardı. Amerika’dan araba mecmuaları gelirdi. Ağabeyim ve ben bunlara bakarak büyüdük. 6-7 yaşındayken araba ilanlarına bakardık. Türkiye’nin yeni sanayileşme döneminde Ankara’dan İstanbul’a hep arabayla giderdik. Yollarda tek tük araba olurdu. *İlk ne zaman para kazandınız?Profesyonel hayatta para kazandım. Okulu bitirmeden para kazanmadım. Otokar’da Mamul Geliştirme departmanında mühendis olarak işe girdiğimde, Eylül 1973’tü, ilk maaşımı aldım.* Otomotiv sektörünü babanızın isteğiyle mi yoksa kendiniz mi seçtiniz?Ben bilinçli tercih ettim. Ne yapmak istediğimi biliyordum. Üniversite branşımda bilinçliydim. Robert Kolej’de okudum. İhtisasımın tasarım olacağı sanırım üniversitenin ikinci yılında kesinleşti. İnsanın bir konuya bilgisi arttıkça merakı da artıyor. ’Vakte hürmet’i öğretti * Babanızdan öğrendiğiniz en önemli şey ne?Vakte hürmet. Bence bu çok önemli. Bizim kültürümüzde çok yoktur. Çocukluğumda evin saate bağlı süreci vardı. Sabah 7.00’de kahvaltı yapılır. Öğlen fırsat bulan mutlaka 12.00.-13.00 arası eve gelir, yemeğini yerdi. Akşam yemekleri 20.00 20.30 arası yenirdi. Herkesin yeri belliydi. Babam aynı zamanda moral değerlere çok önem verirdi. Toplumun inandığı ve doğru kabul ettiği moral değerlerden söz ediyorum. Aile birlikteliği, iyi eğitim almak önemliydi. Sanırım en önemlisi de çalışmak ve çalışarak başarmaktı. Ve ayrıca ne olduğumuz değil ne yaptığımız önemliydi. Ailemiz bir şeyin parçasıydı ama bizim adım adım merdivenleri tırmanmamız gerektiğine inanılırdı. * İngiltere’de otomotiv tasarımı okudunuz. Orada kalıp o alanda çalışmayı düşünmediniz mi?Ülkeme dönmem gerektiğini düşünüyordum. Tasarım şirketi kurmaya karar verdim. Babam izin vermedi. * Çok uçuk bir fikir gibi mi geldi?Babam çok açık söyledi. ’Ben Vehbi Koç’a oğullarımın neden Koç şirketlerinde çalışmadığını anlatamam’ dedi. O dönem, o kültürde babam öyle düşünüyordu. * Siz de Koç şirketlerinde işe başladınız...Otokar’a çalışmaya gittim. * Çok uzun süre Koç’ta çalıştınız...1973-2003 arasında Koç’larla çalıştım. * Duygusal bağınız olmalı...Olmaz olur mu? Hayatımın en önemli vaktini orada geçirdim. Kolum bacağım gibiydi * Ayrıldığınızda ne hissettiniz?Duygusal bağ var olduğu için ayrılmak hiç de hoşuma gitmedi. Yıllar yılı babam Koç ailesiyle çalıştı. Bizim de Koç dışında çalışmamız konu bile olmadı. Ben de çok uzun süre çalıştım. Kolum bacağım gibi görüyordum Koç şirketlerini. Duygusal olarak inanılmaz zordu. Ayrılmam gerekiyordu. Bu konuda da emindim. * Neden ayrıldınız?Ben her zaman Koç şirketlerini evim gibi gördüm. Benim ailem demek için karşı tarafın da onu hissetmesi lazım. Tek taraflı değil. Bunu hissetmiyorsan ait değilsindir. Ayrıldım.* Otomotivin en büyük zorluğu nedir?10 yıl ileriyi görmek lazım. Yatırım yaparken vizyon sahibi olmak şart. Atılacak bir kurşun var. 400-500 milyon doları sokağa atamazsın. Kıyasıya rekabet olan bir ortam. * Türkiye’de sizce ne noktada?Çok doğru bir evrim geçirdi. İşçisi, mühendisi ve yöneticisi iyi bir noktada. Bundan sonra teknoloji üretir ve aracını tasarlar hale gelmeli. 10-15 yıl sonra mühendislik ve tasarım konusunda evrim yaşanacak ve katma değeri artacak Türkiye’deki otomotiv sektörünün.. * Siz de Hexagon adlı şirketinizle tasarım işine girdiniz. Tasarımı Türkiye’de yapılan bir otomobil, ne zaman, nasıl mümkün olur?Türkiye’deki Türk ürünlerine hizmet etmek değil, Avrupa’daki tasarım faaliyetini Türkiye’ye çekmek istiyorum. Avrupa neden Türkiye’de üretim yapıyor çünkü onun ürünlerinin rekabetçiliğini artırıyoruz. Tasarım konusunda da aynı şey olacak. 2020’de dünyadaki 10 otomotiv tasarım şirketinden biri biz niye olmayalım?* Hexagon’da kaç kişi çalışıyor?Hexagon Stüdyo’da 40 kişi, Legal adlı diğer şirketimizde 6-7 kişi merkezimizde de 6-7 kişi var. Toplam 70 kişi civarındayız. Stüdyodaki 55 kişi tasarım üzerine çalışıyor.EN ZOR GÜNÜM4000 kişinin işine son verdimBenim için zor dönemler oldu. Bazen yönettiğimiz şirket benim ve arkadaşlarımın kararları neticesinde yaşamına devam edecek ya da edemeyecek durumda kaldı. 4Otokar’ı minibüs üretiminden 4*4 üretimine geçirmeyi istedik. Devlet ihalelerine teklif veriyorduk. O ihaleleri alamazsak değişiklikleri yapamayacaktık. O dönemde ailemi unuttum. 1 yıl çok yoğundu. Kötü dönemler yaşadım. Moral olarak ipin ucunda hissettim kendimi. 41994’te Otokar’dan ayrılarak Tofaş’a geldim. Tofaş’a geldiğimde çok iddialı bir programla şirketi teslim aldım. Kriz oldu. 4 bin kişinin işine son vermek zorunda kaldım. Şirketin başına geçmiş biri olarak çok kötü günler geçirdim. O dönemden sonra stratejik plan yapmanın önemine daha çok inandım.Fiat Başkanı iken tüm savaşları İtalyanca yaptım* Siz Fiat’ın Başkanı oldunuz? Uluslararası çok iyi bir kariyer yaptınız... Bunu hayal etmiş miydiniz?Benim hayatım boyunca çizgim vardı. İster istemez bu, sorumluluk da yüklüyor. İnancım hep şuydu: Bizlerin yurt dışındaki insanlardan farkımız yok. Hatta Ortadoğulu olduğumuzdan kaynaklanan fazlalıklarımız var. * Neler bunlar?Duygusalız. Rahat değil, zor bir ortamdayız. Bu güç veriyor. Zorluklardan korkmuyoruz. Girişimciyiz. * Zoru başardınız...Zor şartlarda yalnız kalarak zoru başarmak, bu hayatımda hep oldu. Fiat farklı bir yönetim deneyimiydi. Bütün dünyayı yönetmen lazım. Her savaşı İtalyanca yapmam gerekiyordu. Ben hep, ’Eğer Fiat beni çağırıyorsa geçmişime bakıp neysem onu yapmamı bekliyorlar’ diye düşündüm ve değişmedim. Haşin arabaları kadına yakıştırıyorum* Bazı arabalar için ’tam kadın arabası’ diyoruz. Kadınlar için daha yuvarlak hatlı, küçük arabalar mı yapılmalı? Neden böyle bir algılama var? Kıvrak, sempatik arabalar için söyleniyor. Mini Cooper örneğin, Dodge kamyonete kadın arabası denmez ama bir kadın kullanınca bence çok hoş görünür. Haşin görünümlü arabaları kadınlara yakıştırıyorum ben. Kaba kuvveti yöneten bir kadın imajı veriyor.Londra’nın tek Anadol’unu tek başıma götürdüm* İlk arabanız ne zaman oldu? İlk 1968’de. Ağabeyimle ortak kullandığımız Anadolu’muz vardı. Bu bizim için çok önemliydi. Ben yıllar yılı Anadol kullandım. Londra’ya gittim.* Anadol’la Londra’ya mı gittiniz?Evet. Tek başıma gittim ve orada Anadol kullandım. * Londra’nın tek Anadol’udur herhalde...Başka Anadol görmedim. Orada Anadol kullanan tek kişiydim herhalde. Daha sonra 1976 yılında 124 Murat’ım oldu. Yani terfi ettim. 1978’de de 131’im oldu.
Bundan beş ay kadar önce üniversite mezunu, kariyer sahibi bir kadının sevgilisinden tokat yemesine şahit olmuştum. Şiddeti uygulayan adamın tedaviye ihtiyacı olduğunu yakınlarıyla paylaşmış ve herkesin benle aynı fikirde olduğunu görmüştüm. Ama kimse gidip bunu adamın yüzüne söyleyemedi. Bu olayı kadının hazmetmesi mümkün değildi ve ilişkileri sonlanmıştı. Ancak kısa bir süre sonra yeniden birlikte oldular. Aralarındaki sözlü ve fiziksel şiddetin devam ettiğini duyuyorum. İnanması güç geliyor ama bunlar hayatın gerçekleri. Şiddetin eğitim düzeyiyle ilgisi yok. Şiddet uygulamak zaman içinde kötü bir alışkanlığa dönüşüyor. Şiddet uygulanan da bu şiddeti olağan görmeye başlayabiliyor. Onur, gurur rafa kalkıyor. Tokadı şiddetten saymayanımız ne yazık ki çok. Ve sonra da sokaktaki şiddetten bahsediyoruz. Oysa çok bilinen bir şey şiddet evde başlıyor ve şiddet öğreniliyor. Türkiye’de ailelerin yüzde 34’ünde fiziksel şiddet, yüzde 53’ünde ise sözel şiddet var. Şiddetin en fecisiyle yatıp kalktığımız şu günlerde aile içi şiddetten söz etmeme Hürriyet Gazetesi’nin ‘Aile İçi Şiddete Son Kampanyası’ neden oldu. Geçtiğimiz hafta bu kampanya kapsamında şiddet görenlere 7 gün 24 saat hizmet verecek Acil Yardım Hattı devreye girdi. Bunun duyurulması için Hürriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’nın davetiyle bir grup gazeteci biraraya geldik. ‘Aile İçi Şiddet Kampanyası’ üç yıldır Hürriyet, Çağdaş Eğitim Vakfı ve İstanbul Valiliği işbirliğiyle sürüyor. Avrupa Birliği’nden (AB) sağlanan fon sayesinde kampanya da önemli bir adım da telefon hattıyla atıldı. Bilirsiniz, karı koca kavga eder, kadın soluğu karakolda alsa, polisler, ‘bacım aile içine bizi karıştırma’ deyip kadını eve gönderirlerdi. ‘Aile İçi Şiddet Yasası’nın çıkması, polislere verilen eğitimler biraz olsun bu tutumları değiştirdi. Vuslat Doğan Sabancı, kampanyayla polislerin eğitildiğini anlattı. Ayrıca mahallelere otobüslerle gidilmiş, psikologlar, hukukçuların da içinde bulunduğu ekipler kadınlarla yüz yüze görüşmeler yaparak ’aile içi şiddet’ konusunda neler yapılabileceğini anlatmış. Üç yılda 20 bin kişiye ulaşılmış. Şimdi ‘Acil Yardım Hattı’yla bu yolda önemli bir mesafe katedilmesi planlanıyor. 0 212 656 96 96, bu numarayı kaydedin. Çevrenizdekilere duyurun. Bu telefona ulaştığınızda karşınıza çıkacak uzman kişi size el uzatacak. ’0212 656 96 96’ numaralı yardım hattıyla Ekim 2007-Ekim 2008 arasında 5 bin kişiye ulaşılması bekleniyor. *****Hollywood kadınlarının ayakkabı markaları CHO’yla geliyor Uzun yıllardır kadınların yakından takip ettiği kozmetik markalarını Türkiye’ye getiren Öztarhan Ailesi’nin geçmişte Türkiye’ye Nike’ı getiren aile olduğunu geçenlerde hatırladım. Hafızamı yenilememe Öztarhan Ailesi’nin sahip olduğu Vepa’nın atakları neden oldu. Oğul Önder Öztarhan şirketin başına geçti ve yenilikler başladı. Estee Lauder’in şemsiyesi altındaki markaları Vepa getiriyordu, Estee Lauder bir süre önce Türkiye’ye kendisi gelmek istedi ve Vepa elindeki markaların bazılarını kaybetti. Ancak kadınların makyajla ilgili en beğendikleri markalardan biri olan MAC’i 2004’te Türkiye’ye getiren de Vepa Group oldu. İlk mağaza Akmerkez’de açılmıştı. Yeni mağaza İstinye Park’ta açıldı. Yakında MAC mağazalarının sayısı beşe çıkacak. Bu arada Vepa Group’un spor tutkusu da hız kazandı..! Vepa ABD’deki en büyük spor markalarından biri olan New Balance’ın da Türkiye distribütörlüğünü aldı. Simpson da geliyorSpor markaları ve kozmetik derken Vepa Group kadınların ayakkabı tutkusuna da yöneldi. ABD’li ünlü şarkıcı Jessica Simpson’un ayakkabı markası ve BCBG Max Azria ile BCBGirls ayakkabı markalarını içeren Vince Camuto Group’la da distribütörlük anlaşması imzaladı. Max Azria, Hollywood kadınlarının markası. BCBGirls ise Amerika’da günde 14 bin çift ayakkabı satıyor.Önder Öztarhan tüm bu markaların içinde olduğu yeni kadın ayakkabı mağazası CHO’yu oluşturdu. İstinye Park’tan sonra Bakırköy Capacity’de ve Mersin Forum Alışveriş Merkezi’nde de CHO mağazaları açılacak. Bu arada CHO mağazalarının tasarımını da mimar Mahmut Anlar yapıyor.