Diyelim ki, dalga seslerine saçma sapan müziklerin karışmadığı bir sahildesiniz, denize, ufka bakıp dinginliğin ritmini duyabildiğiniz. Küçük bir kilim, çay termosu ve belki bir sandviçten oluşan çantayla gelmişsiniz. Ve bir de kitapla...
İşte Turkuvaz Kitap tarafından romanları tekrar Türkçe’ye kazandırılan Alvaro Mutis, böylesi büyülü anlara yakışacak bir yazar... Onun şiirsel dili, nefis betimlemeleri, insanı yerine mıhlayan cümleleri, o sahil kenarında size büyülü bir okuma sunacaktır.
Gabriel Garcia Marquez’den sonra Latin Amerika edebiyatının en bilinen yazarı olarak tanımlanan Mutis’in Türkçe’de çıkan kitaplarının adı “Tropik Güncesi” ve “Son Rıhtım.” Her ikisinin kahramanı da aynı; Maqroll el Gaviero. Yani Marquez’in o “Hepimiz ve bu nedenle de ölümsüzdür” dediği kahraman... Çünkü Gaviero sıradan bir karakter değil. Neredeyse yazarından bağımsız bir varlık... İlk olarak 1950’lerde, Mutis’in şiirlerinde ortaya çıkmış sonra kendini uzun öykülerinde göstermiş ve git gide varlık kazanmıştır. Zaten “Tropik Güncesi” de Mutis’in bir sahaftan satın aldığı bir kitabın gizli bir bölümüne saklanmış güncesinden oluşuyor. (Ya da Mutis bize öyle söylüyor!) Bir mart ayının 15’inden bir haziran ayının 19’una dek tutulan bir günlük bu, Xurando isimli hayali bir nehri geçerken yazılan... Gaviero’nun bu yolculuğa çıkmasının nedeni ise birilerinin ona nehrin sonunda iyi para edecek kereste olduğunu söylemiş olması. Ama buradaki bıçkıhaneler nasıldır, neye benzer, kimler işletir, kereste ne kadardır kimse bir şey söylemez... Aslında yorum yapamaz.
Zaten roman ilerledikçe görüyoruz ki yolculuğun kendisi amacının önüne geçiyor. Tıpkı diğer tüm gezginlerin maceralarındaki gibi... Çünkü Gaviero Norveç’ten Anadolu’ya pek çok yolculuk yapmış, farklı kültürleri, coğrafyaları tanımış, yerinde duramayan biri. Bu nedenle de romanda şöyle bir cümleye rastlayabiliyoruz; “Anadolu’daki bir caminin bahçesine gömülü bir papazın boynundaki haç...”
Tekrar yatılan rüya gibi
Ama bu romanın beni çarpmasının asıl nedeni, -Latin Amerikalı bir yazarın uzak kültürler hakkında bile bu tür özel bilgilere sahip olmasından ziyade- yarattığı his. Bu birden uyanılan ve bu nedenle yarım kalan, tamamlayabilmek için tekrar tekrar yatılan rüyaların insanda bıraktığı hisse benziyor. Gün boyu her şeyi flulaştıran...
Ayrıca romanda öyle betimlemeler var ki, yine yarım kalmış bir rüya gibi insanın bir türlü yakasını bırakmıyor. İçlerinden birini ise buraya yazmak isterim; “Sanki bir kez daha gençliğimi yaşamaya gidiyormuşum gibi uykuya daldım, şimdi bir gecenin kısacık süresinde, ama hiç değişmeden, ne benim kendi ahmaklığım ne de herhangi bir hesap kitap ağır basmadan.”
Sanırım, şu an bir sakin bir sahilde olsaydım, bu cümleleri okuduktan sonra ufka, denizin rengine, gökyüzüne bir kez daha bakıp yarım kalmış rüyamı yani gençliğimi tekrar yaşama ümidiyle tatlı bir uykuya hazırlanırdım...
Yarım kalmış bir rüyanın peşinde
Haberin Devamı