Bir Henry Miller kitabı

ABD’li yazar Henry Miller, “Clichy’de Sessiz Günler” adlı romanında, bohem yaşantısından dünyaya haykırıyor...

Bazı yazarlar kendilerini edebiyata dönüştürür; Pessoa gibi.... Yarattığı karakterler, her birine ayrı bir üslupla yazdırdığı kitaplarla Pessoa, “edebiyat nedir?” sorusunun alabildiğine kanlı canlı bir örneğidir...

Bir de bir roman kahramanı gibi yaşayan yazarlar vardır. Bukowski gibi, Can Yücel gibi, Anais Nin, Virginia Woolf, Albert Camus, Metin Kaçan gibi. Bir süre sonra bu kişiler bir şehir efsanesine dönüşür. Ve bu her yazara, şaire nasip olmaz...

Bana göre Henry Miller da bu yazarlardan... Her ne kadar Türkiye okuru onu yıllarca sansüre takılarak sayfaları siyah bantlarla yayımlanan ve sık sık da başka bir kitabı olan “Yengeç Dönencesi” ile karıştırılan “Oğlak Dönencesi” ile sınırlı bir şekilde tanısa da... Oysa çok daha fazlasıdır.

“Henry Miller’ı bir edebiyat kahramanı gibi algılamamızın nedeni nedir?” diye sorabilirsiniz... Bunun yanıtı çok basit; kendisi! Zaten şöyle der; “Yaşantımı hem daha kolay, hem de daha gerçek olduğu için yazdım. Yaşamım benim açımdan önemli olduğu için hayal ürünü kişiler ve olaylar aramaya gerek duymadım.”

Haberin Devamı

Beş kuruşsuz bir yaşam...

Hemen her yazdığı romanla bir şekilde sansür kurullarına takılan erotizm anlayışı da onun yaşam biçimine aittir. Dünya edebiyatının bir başka kilometre taşı Anais Nin ile olan ilişkisi, 75 yaşında aşık olduğu 28 yaşındaki Japon sevgilisi Hoki’ye olan sevgisi ve fahişelere olan özel ilgisi...

Beş kuruşsuz olsa da her daim sekse odaklı olması, gece hayatına, ve elbette alkole düşkün bohem hayatıyla sanki Can Yücel’in “Ne kadar rezil olursak o kadar iyi” dediği “Sevgi Duvarı“ şiirinden Paris sokaklarına fırlamış gibidir.

Onun kült kitaplarından sayılan “Clichy’de Sessiz Günler” de bu şiir gibidir... Bu nedenle kitabın birinci tekil şahıs yazılması da çok doğal... Çünkü konuşan, işin içinde kurgu olsa da, Miller’dan başkası değil. Miler, “Clichy’de Sessiz Günler”de de diğer kitaplarında olduğu gibi elbette cinselliğe yer veriyor ve tabii çok sevdiği fahişelerine de... Miller, fahişelere olan düşkünlüğünden ötürü sık sık Bukowski ile ilişkilendirilir. Oysa her iki yazarın yaklaşımı çok farklıdır. Bukowski’nin fahişeleri, onun burjuva hayata ve bir kadına bağlanmaya direnmenin simgesi iken Miller’da sadece kadın bedenine duyulan karşı konulmaz bir ilgi olarak karşımıza çıkar. Kadınlar Miller’ın en büyük hazzıdır. Her daim, karnı açken bile seks öncülüdür. Onun ihtiyaç piramidinin adeta ilk basamağıdır. Nitekim bunu da en iyi yine kendisi ifade eder ve şöyle der; “Seks, yaşamın dokuz sebebinden biridir. Diğer sekizi de zaten önemli değildir.”

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR