Yalçın Küçük’ün neşesi!

Yalçın Küçük başucu yazarım değildir. Yani ne döne döne kitaplarını okurum, ne de fikirleri dünya görüşümü şekillendirmiştir...

Haberin Devamı

Sebetayizm başta olmak üzere çoğu tezine de katılmam.
Ama kitaplarını merak eder, okurum. Ancak tezine değil de cümlelerine, paragraflarına yoğunlaşırım. Çünkü Küçük’ün, bazı cümleleri benim için gökyüzünde parlayan havai fişekler gibidir. Ufuk açıcı hatta sıçrama yaratan etkileri vardır.
Mesela Enis Batur’un Cogito Dergisi için yaptığı röportajdaki laiklik tanımı gibi... (Belki de Küçük’le yapılan en güzel röportajdır bu.)
Yalçın Küçük, röportajın bir bölümünde Refah Partisi’nin kapatılması ile ilgili verdiği dilekçenin nedenini anlatır. Ve der ki; “Refah Partisi’nin kapatılması ile ilgili dilekçeme gelince... Ben dine çok saygılıyım, din özgürlüğünü savunan bir adamım. Üniversitedeki öğrencilerim çok rahattı, türbanları vardı. Tabii hasta bakıcı, yargıç ayrı! Onların belli üniformaları var.
Ancak anti-türban ekibinin söylediklerinde de haklılık payı var. Yani bunu bir özgürlük değil de, bir parti hâkimiyetinin göstergesi haline getirdiler. Dinde çok özgürlükçüyüm, ama dilekçeye şunu koydum: O sırada da Bayrampaşa Cezaevi’nde ölüm oruçları vardı, saat başı ölüm haberleri geliyordu. Bu da herkes gibi beni çok üzüyordu. Fakat o gün, o zamanın Adalet Bakanı Şevket Kazan, “Bugün Kandil Gecesi, o yüzden durduruyorum, isteklerini kabul ediyorum” dedi. İşte bu olamaz, dini esaslı bir kamu kararı olamaz çünkü.”

Son tahlilde bir yazardır

Bu son cümle gibi, çok anekdot, bilgi vardır Küçük’ün kitaplarında. Dahası o literatüre kavramlar, kelimeler de sokar. Çünkü onda keskin bir zekanın yanında günlük hayatın dilini etkileyebilecek müthiş bir yetenek vardır.
Bunda da onun -kimileri alaya alsa da- masalara vurarak, el çırparak konuşmasının etkisi büyüktür.
Şimdi Yalçın Küçük hapiste ve gözaltına alındığından beri hakkında “esprili” yazılar çıkıyor. Bazıları gerçekten çok güzel, Serdar Turgut’un, Bekir Coşkun’un, Hıncal Uluç’un yazıları gibi... Bunlar onu anlatan nefis Yalçın Küçük portreleriydi.
Ancak onun renkli kişiliğinden hareketle mizah dozunu abartarak bir fıkra gibi yazılan, hani neredeyse “Yalçın Küçük’ün hapishane maceraları” adı altında bant karikatürlere konu olabilecek pek çok yazı onun hapiste olduğu gerçeğine bizi yabancılaştırmıyor mu?
Evet, Yalçın Küçük uzun konuşmaları ile karşısındakini terletip eğlenebilir. Ama onun bu neşesi durumun ciddiyetini gölgelememeli. O, son tahlilde bir yazardır, kalemini bırakıp silaha sarılmadıysa, televizyon programlarından arta kalan zamanında gizli bir mesaisi yoksa düşünce suçlusu değil midir? Yazar ve yayıncı örgütlerinden kısık da olsa bir ses çıkması gerekmez mi?
Dahası, “O her zaman tutuklanmaya hazırdır, alışkındır” derken biraz daha temkinli konuşmakta fayda yok mu? Çünkü toplum karizmatik ya da zeki kişilikleri kahramanlaştırırken onların her durumla başa çıkabileceklerini düşünmeyi seçer. Oysa onlar da etten, kemiktendir.
Nitekim Yalçın Küçük bir televizyon programında, tutuklanan emekli generallerin f tipi cezaevindeki psikolojilerini anlatmak için Nâzım Hikmet’in “Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı” dizesini okumuştu.
İşte 70 yaşındaki Yalçın Küçük, tek kişilik bir hücrede bu dizeyi tekrar mırıldanabilir. Ama bu kez kendisi için.

DİĞER YENİ YAZILAR