Yalçın Küçük’ü okumak

Ne zaman Yalçın Küçük’ten bahsedilse “bir fenomen” denir. İlk başlarda bu “fenomen” tanımı onun hakkında bir şeyleri ifade ediyordu. Bu da hakkında yorum yapılamayışın bir ifadesiydi

Haberin Devamı

Ne zaman Yalçın Küçük’ten bahsedilse “bir fenomen” denir. İlk başlarda bu “fenomen” tanımı onun hakkında bir şeyleri ifade ediyordu. Bu da hakkında yorum yapılamayışın bir ifadesiydi. Çünkü karşımızda tek cümle içinde Osmanlı, Bizans tarihinden hızla geçip oradan da ABD politikalarına uzanıp günümüz Türkiye’sine ilişkin bir tespitte bulunan, zihni Ferrari gibi hareket eden bir adam vardı. Dediklerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışabilmek içinse ne Vos Vos beynimiz ne de bilgi birikimimiz yetiyordu. Bu yüzden onu bir fenomen olarak tanımlayıp üzerine yorumlanamaz etiketi yapıştırdık.
Ama zamanla bu etiket, bir “çılgınlığın” ya da “absürtlüğün” tarifine dönüşür oldu: “Yalçın Küçük bu! Akıl sır erer mi?”
Aslında biraz geriye gittiğimizde de bunu görürüz; mesela onun için “Marksizmi çok iyi bilen ama Marksist olmayan bir Marksolog” denmesi gibi\’85
Beni ise Yalçın Küçük de asıl ilgilendiren bu tarif edilemezlik. Yani onun yazdıklarının, hemen her konuda hızla net bir fikir üretebilen bizleri kafası karışık, yuvarlak cümleler etmeye zorlayan yapısı. Ben onun bu varlığını bu yüzden çok ufuk açıcı buluyorum. Zira bugün öyle bir durumdayız ki, sadece türbanlı olduğu ya da olmadığı için eğitim ve entelektüel düzeyine bakılmaksızın pek çok kadının demokrasi tarifini kendimize veri alabiliyoruz. Avrupa demokrasi dersinden nasıl geçmiş, Asya’da bu nasıl karşılanmış, hangi düşünür, yazar ne demiş fazla kurcalamadan iki fikir üzerinden tatlı tatlı yorum yapabiliyor, dahası kanunmuş gibi bir tanımda da diretebiliyoruz.
Ama işte Yalçın Küçük söz konusu olunca, öne sürülen her bilgi, tez şaşırtıcı, yorum yapılamaz oluyor. “Ya şimdi ne desem ki” diyorsunuz.
“Caligula” da öyle\’85 Albert Camus’den tanıdığım bu Roma imparatorunun günümüz reenkarnasyonunu anlattığı bu çok satan kitabında Yalçın Küçük, yine bize tarihin içinde hızlı bir tur attırıp bilgi bombardımanına tuttuktan sonra çıkıp şöyle bir laf da edebiliyor: “Güzel, devamla, Tansu Çiller’in neden olgun bir Caligula olamadığı sorusunu tatminkar bir şekilde çözemediğimizi kabul ediyorum.” İşte böylesi samimi bir itiraf bile yazdıklarına daha güvenle yaklaşmanız gerekirken kafanızı daha bir karıştırıyor. Çünkü diyorsunuz ki, “Birazdan okuyacağım tüm sayfalar da mı bir beyin jimnastiği acaba?”
Benim elimdeki veri, Küçük’ün edebiyat analizleriydi. Zira Caligula pek çok kez edebiyata uyarlanmıştı. Şöyle diyeyim; gerçekten sağlam analizlerde bulunmuş. Kendisinden çok şey de öğrendim. Ama yine de yazdıklarına bırakamadım kendimi.
Galiba onun başardığı bu. Şüphe, uyandırmak. O yüzden Yalçın Küçük dendiğinde bir sonraki çağırışım “komplo teorisinin teorisyeni” oluyor. Ama tüm bunlara rağmen onu bu tanıma yakın diğerlerinden ayrı tutmamızın da bir nedeni olmalı. Ben bunu bulduğumu sanıyorum. Bunun nedeni bence ne onun çözemeyeceğimiz bilgisi, ne de ilginç analizleri. Mutluluğu. Diyor ki, “Stefan Zweig ’Öğrenmenin sevinci kalmadı’deyip intihar etti ve ben de her gün bu sevinç yükselmektedir.” Her gün öğrenme sevinciyle uyanan biri ise mutlu biridir, yaşama sevincini yitirmemiş. Belki de o yüzden bize dehşet şeyler anlatsa da Yalçın Küçük’ü okurken, seyrederken gülümsüyoruz.

DİĞER YENİ YAZILAR