İşte Eski Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, bunun tersini yaptı ve Çiğdem Toker’in sorularına açıkça yanıt vermeyi kabul etti. Böylece karşımıza yakın siyasi dönemi de tahlil edebileceğimiz bir kitap çıktı: “Abdüllatif Şener, Adım da Benimle Beraber Büyüdü.” Doğan Kitap’tan yayımlanan kitap eminim çok konuşulup tartışılacak. Ne yazık ki bu konuşmalar, doğal olarak günümüz siyasi tartışmalarına kilitlenip kalacak ve Şener’in İslam dini, onun sosyalleşmesi üzerine yaptığı tahliller, etkilendiği yazarlar, İslami çevrenin entelektüel birikiminin şekillenişi üzerine olan tespitleri gölgede kalacak.
Ama olsun... Çünkü nihayet Türkiye bir siyasetçinin hayatını bir kitaptan okuyacak. Ve varsa abartılı ya da yanlış bir sözü itiraz edilebilecek. Çünkü Şener bu kitapla bizlere sadece hayatını anlatmış olmadı, aynı zamanda geçmişiyle de yüzleşti.
Siyasi bölümleri günlük gazetelerde fazlasıyla yer alacağı için, kitabın siyaset dışında kalan kısımlarına ilişkin işte birkaç alıntı...
Babam dindardı
Babamla ilgili en belirgin hatırladığım şey, dindarlığıydı. Dini ölçülerden ödün vermezdi. Küçük olmamıza rağmen, sabah namazına hepimizi kaldırırdı. Yazın sabah namazı, saat dört-beş arasında olur. Biz o saatte mutlaka kalkar, abdestimizi alırdık. Çeşme bahçedeydi. Abdest almak için soğukta, erken saatlerde sıraya girerdik. Sonra kendisi imam, biz arkasında cemaati olur namazı öyle kılardık. İçimizden birine de müezzinlik yaptırırdı.
Beni Latif diye bilirler
Ailede herkes bana “Latif” derdi. Nüfus kaydı Abdüllatif’miş, ama bunu kimse bilmiyor. Annem bile... O dönemden bilen herkes hâlâ “Latif” der. İlkokula kaydolunca öğretmen bir gün “Adın ne?” diye sordu. “Latif” dedim. “Hayır, senin adın Abdüllatif” dedi. Eve gidip söyledim. Kimse işin aslını bilmiyor.
Akşam babama anlattık. O da “Nüfus cüzdanındaki adı Abdüllatif” dedi. Çünkü örf ve adetlerimizde, gelinlerin kayınpederin adını telaffuz etmesi ayıp sayılırmış. Benim dedemin adı ise Abdüssamet. Yani Abdül’lü bir telaffuz da ayıp sayılıyor... O yüzden babam eve Abdül kısmını söylememiş. “Latif koyalım” demiş. Öte yandan Latif, Tanrı’nın isimlerinden biri olduğu için bunu da çok sağlıklı bulmuyor. Abdüllatif ise Tanrı’nın kulu demek. Böylece kendisince kuralına uygun hale getirmiş ismimi.
Dev-Genç’ten zor kaçtı
(Siyasal Bilgiler Fakültesi yıllarında) Boykot olduğu için okulda hiç öğrenci yoktu. Tam çıkarken baktım ki bahçe kalabalık. Seha Meray’ın cenaze töreni varmış. Çıkınca cenazeden gelmişler. Tam kapıdan çıkarken iki kişi geldi karşıma. Muhtemelen Dev-Genç... Biri, “Bu fakültenin öğrencisi misin? Kimliğini ver” dedi. Baktı kimliğe. Sonra “Şunun üstünü arayın” dedi. Duyar duymaz ilk merdivenlerden atladım aşağıya. O da “Yakalayın faşisti!” diye bağırdı. Yanda Hukuk, arkada Siyasal yurdu var. Sağ çıkamayacağımı anladım. Caddeye ya indim, ya inemedim. Son sürat caddeye saldırdım.
İkinci merdivenlerin orada bir grup blokaj kurmuştu. Fakat ben artık düşüncesizce koştuğum için, oraya yaklaşınca açıldılar. Hepsi beni yakalayıp bir şey yapmak istiyor olamaz tabii! İçlerinde fanatik militanlar olsa da, onlar açılınca üçüncü merdivene geçtim. Ama koşmaya devam ediyorum. Bir grup daha vardı. Açıldılar. Biri ayağını çelme takar gibi uzattı. Gördüm ama yuvarlandım. Üçüncü merdivenlerde kapaklandım. Kitapları bıraktım. Silah patlamadı. Son sürat, en son merdivenlerden bir inmişim, caddenin yarısına kadar. Trafik seyrek olmasa, bir araba çarpar, trafik kazasında giderdim. Beş yüz metre ileride hamam, o binada yurt vardı. O yurda yaklaşırsam kurtulacağımı düşündüm. Bir ara geriye baktım. Biri kemerini çıkarmış, sallaya sallaya geliyor. Sonunda yurda yaklaştım, binaya girdim.
Afiş asarken ülkücüler saldırdı
Afişleri asa asa Atatürk Lisesi’nin etrafında dolandık. Tam bitmek üzereyken ıslık sesleri gelmeye başladı. Bir anda yirmi beş-otuz kişi oldular. O lise ülkücüydü. Bir arkadaş kaçtı. İki kişi kalmıştık. Sokağın öbür köşesinde arkadaşımın üzerine aynı şekilde çullanmışlar... Onun sıkıştığını görünce oraya doğru koştum. Bir narayla kendime geldim.
Saldırganlar kaçmaya başladı. Bir arabadan pos bıyıklı bir adam çıktı. O bölgede pavyonlar vardı. Muhtemelen bir külhanbeyiydi. Eve gittim. Arkadaşın gözü kandan görünmüyor. Benim elimde de bir bıçak veya taş izi hâlâ durur. “Hadi hastaneye” dedik. Hastanede yedi veya dokuz yarık tespit ettiler başında. Saçlarını kestiler, yarıkları diktiler. Bana baktılar, bende de üç yarık. Doktor aldı makası eline. “Kestirmem saçımı” dedim. O vaziyette Fransız Kültür’e gidemem. Doktorun da öğrenci eylemlerine gıcık olduğu belli. O zaman “Şu kâğıdı imzala, tedaviyi kabul etmiyorum de” dedi. Tentürdiyot bile sürmeden gönderdi.
Necip Fazıl’ın ricası
Düşünce dünyamda Necip Fazıl’ın yeri önemlidir. Ankara Kapalı Spor Salonu’nda bir fetih gecesi yapılacaktı. Necip Fazıl davet edilmiş. Biz de öğrenciyiz, gideceğiz. MTTB başkanıyla aynı evde kalıyoruz. Söylediğine göre Necmettin Erbakan da gelecek. Fakat herkesin öyle siyasallaştığı bir ortam ki, Necip Fazıl, “Eğer Erbakan’ı benden daha fazla alkışlarsanız salonu terk eder çıkarım” demiş. O yüzden tembih üstüne tembih: “Aman Hoca’yı fazla alkışlamayın.” (O gün Erbakan gelmemiş.)
Silahımı annem hediye etti
Öğrenciyken benim de bir tabancam vardı. 6.35’lik ve zaman zaman taşırdım. Fakat hiç kullanmadım. İnanmayacaksınız belki ama bir tanıdıktan almış annem ve lazım olur diye vermişti. Kırsal alanda bir iki atış yaptım. Tetiğe bastığımda patladığını gördüm. Şarjörün nasıl yerleştirildiğini de öğrendim. Dolayısıyla kullanılabilir durumdaydı. Milletvekiliyken aldığım silahım 9’luktur.
Çıtı pıtı kızları beğenirdim
Lise bitince kızlar lig dışı kaldı. Ama duygu dünyamda yer eden kızlar olmadı desem doğru olmaz. Daha çok çıtı pıtı kızları beğenirdim. Davranışları, hareketleri daha kibar olan, ince, nezaket kurallarına uygun davranışlar sergileyen kızlar dikkatimi çekerdi. İlkokul döneminde bizim sınıfta bir kız vardı. Kendisine hiç söylemedim. Ama ben onu beğenir ve çok düşünürdüm.
Dört yıl aklında olan aşk
Ablamın hısımlarından biri etkiledi beni. Bir kere kız, gerçekten o kasaba ortamında benim yaşadığım o döneme göre kibar ilişkileri olan bir kızdı. İkincisi, bulunduğu ortam, okumuşu yazmışı çok, günübirlik konuları değil de ülke meselelerini konuşan bir yerdi. Bu benim için önemliydi. Herhangi özel bir şey söyleyemeden seyrek de olsa oturduk, konuştuk. Anne babası Almanya’da, kendisi Çepni’de akrabalarının yanında kalıyordu.
Sonra Mardin Yatılı Öğretmen Okulu’na gitti. Üç-dört yıl boyunca kafamda hep bu kız olmuştur. Bir gün ablama, “Bu kızla ilgili düşüncelerim ciddi. Ailesine yansıt” dedim. O da “Peki” dedi. Ama Mardin’e gidince kopukluk oldu. Buna rağmen artık kız beni, ben kızı biliyorum. Yatılı okul olduğu için irtibat kuramıyorum. Ne yapayım diye düşünüyorum. Kendisine Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı” kitabını gönderdim. Bu, İslamcı kesimin klasik romanıdır. Dindar bir genç ile modern bir kız var. Kız, dindar gencin yaşam tarzını benimser ve çizgisini değiştirir. Kitabı gönderdim.
O dönemde evlenebilmeniz için benim istediğim koşulların gerçekleşme gereği var. (Mesela) Örtünecek. Sonunda coğrafi kopukluk, iletişimsizlik, başı da iyi anlaşılamayan bu hikâyeyi sona erdirdi.
Otuz yıl sonra gelen telefon
Bir akşam telefon çaldı. Berrin (eşi) açtı. Bu konuları biliyor. Birden kulak kesildim, kendisini “Çepni’den” diye tanıtan birisi var. “Adını sor” dedim Berrin’e. Sordu; “Bildiğin hikâye, telefonu bana ver” dedim. “Ne kadar vefasız, hayırsız, çıktın. Hiç görüşemedik hiç aramadın” dedim. O da “Ben zor zamanlarda ortaya çıkarım. Bugünler önemli. Milletvekili, bakanken hiç aramayı düşünmedim, ama şimdi arayayım diye düşündüm” dedi. “Ben de iyi yaptın, teşekkür ederim” dedim.
Yanımda eşim olduğu halde, böyle rahat rahat konuşurken bir şey oldu. Bizim küçük kız o orada gelmiş, uzaktan kumandayla oynuyor. Birden televizyonda büyük bir gürültü koptu. Seslerimizi duyamaz olduk ve o telefonu kapattı. Ama ben, “Acaba eşimin kızıp bağırdığını mı düşündü. Öyle mi algıladı?” diye tereddüt ettim.
Türkiye’de ilk kez bir siyasetçi hayatını anlattı
Siyasetçilerin kendilerini samimi bir dille anlatmalarına alışık değiliz. Hele birinin ona sonsuz ve özgürce soru sormasına...
Haberin Devamı