Yazının başlığını okuyunca “hadi canım sen de” diyebilirsiniz. Hatta “hülooğğğ” diye de gülebilirsiniz. “Hatta ciğer buradaysa kedi nerede?” de diyebilirsiniz. Hatta “Türkiye’de kitap okunuyorsa bir salgın gibi yayılan bu lümpenliği nasıl açıklıyorsunuz küçük hanım” diyerek sıkı bir yorumda da bulunabilirsiniz. Ama gerçek bu; Türkiye kitap ülkesi oldu. Son iki yıldır kişi başına düşen kitap sayısı 7!
Bu rakam şişirme değil, Avrupa ve ABD’deki hesaplama sistemini neyse aynısı kullanılıyor yani ISBN verileri. Üstelik bu verilere reel kitap pazarının yüzde 30’u kadarlık bir paya sahip sahip olduğu tahmin edilen korsan kitaplar dahil değil.
Oysa daha ‘90’ların sonunda bu rakam üç kişiye 1 kitaptı ve bence eskiye dönülmesi çok zor. Çünkü Türkiye’de kitaba olan eğri hep yükselerek ilerledi. Üstelik bugün varılan rakam Avrupa ülkelerine çok yakın. Hatta şöyle diyeyim, geçen gün Zülfü Bey’le (Livaneli) telefonda konuşurken Alman yayıncısının Türkiye’deki kitap satışlarına Almanya’da bile zor erişildiğini söylediğini aktardı; “300 bin gibi satışlar Avrupa’nın en çok kitap okuyan ülkelerinden Almanya’da bile çok zor.”
Ancak, yazının başında da değindiğim gibi bu rakama kimse inanamıyor. Hatta sohbetlerde dediğimde en yakın arkadaşlarım bile! (Laf aramızda çok bozuluyorum)
Çünkü yıllardır entelijensiyada başta olmak üzere “Türkiye’nin okumadığına ve asla ‘adam’ olamayacağına” dair bir algı var ve rakamlar aksini söylese de bu devam ediyor.
Bu algının ise elbette pek çok nedeni var. Hatta bu başlı başına bir yazı ve tez konusu. Ben bugün birine değinmek istiyorum yani okuma alışkanlığımızın dengeli dağılmamasına... İnsanlara “kedi buradaysa ciğer nerede” diye sorduran duruma... Ne yazık ki, Türkiye’de gelir başta olmak üzere hiçbir şey dengeli dağılmıyor, buna kitap okuma alışkanlığı da dahil. Yani Türkiye’nin bir kesimi çok okuyor, bir kesimi ise kitaptan bi’haber ve ne yazık ki, bu durum siyasi, mezhep, etnik vs. açılardan ikiye bölünmüş olan ülkenin tarafları arasındaki ayrılığı daha da derinleştiriyor. Tabir-i caizse kültür farkını...
Ve bence bu durum en az etnik bölünme kadar tehlikeli... Çünkü “aynı dili” konuşma imkanımız ortadan kalkıyor yani iletişim kurma, birbirini anlama yani sorun çözme imkanımız...
Birileri haklı olarak “iyi de küçük hanım asgari ücretle isen ne diyorsun” diyecektir. Desin de çünkü çok haklılar.
İşte tam da bu yüzden burada devreye “o büyük dağıtıcının” yani devletin devreye girmesi ve mahalle kütüphanelerine önem verilmesi gerek. Ancak hafızamı yokluyorum yokluyorum ama bir türlü en son devlet testekli olarak hangi mahalleye kütüphane yapılmış hatırlamıyorum. Hatta bir şehre! Hep okulların, vakıfların kişisel çabaları söz konusu, onlar da kitap yardımı çağrısında bulunuyorlar. Gerçekten siz böyle bir haber hatırlıyor musunuz? Ama sanırım ben hiç böyle bir haber okumadım.