Ama Deniz Baykal’ı Obama’ya verdiği hediyelerden ötürü tebrik etmek gerek. Hem de en az Kılıçdaroğlu’nu keşfetmesi kadar. Darısı, başta Kültür Bakanımız olmak üzere diğer bakanlarımızın başına. Umarım, bundan sonra İznik çinileri, Osmanlı hatları ve ebru sanatı örneklerinin dışında da bu ülkenin değerleri olduğu keşfedilir. Mesela önüne ya da sonuna hiçbir şekilde “otantik”, “lokal”, “yerel” gibi sıfatları kabul etmeyen evrensel bir edebiyatımızın olduğunu fark ederiz. Gerçi Kültür Bakanlığı bu konuda çok iddialıydı, Frankfurt Kitap Fuarı ve TEDA (Türk Edebiyatı’nı Dışa tanıtma Projesi) kapsamında edebiyatımız için çok büyük açılımlar yapılmıştı! Mesela TEDA kapsamında 441 eser farklı dillere çevrilmişti. Elbet meyvesini verecekti! Ama nedense, kimsenin aklına çevrilen o kitaplardan birini, ülkemize konuk gelen devlet adamlarına hediye etmek gelmedi. Oysa daha geçenlerde Nerval’in ünlü “Doğu’ya Yolculuk” kitabıyla görüntülenen Sarkozy’ye Başbakanımız “Ben okudum, çok sevdim, sen de oku” diyerek bir kitap hediye etse ne güzel olur. Mesela İhsan Oktay Anar’ın “Suskunlar”ını... Zira böylece, bu topraklarda edebiyatın ne denli üst bir noktaya çıktığını dahası III. Dünya ülkelerinden gelen yazarlar sayesinde ayakta duran Avrupa ve durgunluğa giren Fransız edebiyatına ne büyük katkılar sağlayabileceğimizi göstermiş olurdu. Bu yüzden Deniz Baykal’a teşekkür ediyorum. Sadece kitap hediye ettiği için de değil. Çok özel ve yan yana geldiklerinde zarif bir bileşim oluşturan iki kitabı seçtiği için.
Doğu’nun da Batı’nın da yazarı
Zira sadece Tanpınar’ın “Huzur”unu hediye etseydi, bu tercihini sıradan hatta “kitch” bulabilirdim. Çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar, yıllarca Batı karşıtlığından beslenen İslami yazarların entelijansiyaya girmesinde bir kapı görevi gördü. Çünkü Tanpınar hem Doğu, hem de Batı’nın yazarıydı... Modernizm kadar gelenekten de besleniyordu. (Orhan Pamuk, Elif Şafak gibi yazarların beslendiği damarın ustalarındandır.) Roman kahramanı Nuran da bunun en güzel örneğiydi. Baba tarafından Mevlevi, anne tarafından Bektaşi’ydi. Türk sanat müziğini de bilir, halk oyunları da oynardı.
Yani “Bu ülkenin mini eteği varsa, başörtüsü de var” demenin bir başka yoluydu “Huzur”u sahiplenmek. Ama “Huzur”un gerçekten mini eteği vardı. Romanın kahramanı Nuran evli ve mutsuz bir kadındı. Âşık olduğu Mümtaz’a (romanın ana kahramanı) aşık olunca onunla cinselliğe de dökülen bir ilişki yaşamıştı. Yani o geceleri dışarı çıkan, cemiyet hayatında bulunan modern bir kadındı. İşte bu ikili yapısı da “Huzur”u, son on yılın “bahsi en çok geçen” romanlarından kıldı.
Konusu gündeme denk düştüğü için de bilen bilmeyen tarafından sürekli hakkında konuşuldu. Hatta “Bizim romanımızdır”, “Sizin değil, bizim” gibi komik tartışmalara bile sebep oldu.
Rafine bir zevkin ürünü
Bu yüzden Baykal, Obama’ya sadece “Huzur”u hediye etseydi bunu çok önemsemezdim. Ama bu romanın yanına 1953’te Mark Twain Derneği Fahri Üyeliği’ne de seçilen ve “Türk Çehov”u olarak anılan Sait Faik Abasıyanık’ın “Haritada Bir Nokta” isimli öyküsünü eklemesi, bu kitapların seçiminin kaba bir anlayışın değil rafine bir zevkin ürünü olduğunu gösterdi. Zira Türk edebiyatının en özel ve iç titreten yazarlarındandır Sait Faik. Okuyanı, tüm sosyal statülerinden soyar, çırılçıplak bırakır ve ona insan yanını anlatır. Öykülerinde kenar mahalle semtlerini, bireyin sıkıntılarını, yoksulluğu, yalnız adam psikolojisini, (“Issız Adam”dan önce onun “Lüzumsuz Adam”ı vardı!) ada hayatını anlatırdı. Şiir de yazardı. “Sana nasıl anlatsam/ şu kiraz mevsiminin/ para kazanmak değil/ sevişme vakti olduğunu” diyen de oydu. Pasaport alırken mesleği bölümüne ısrarla “yazar” yazılmasını isteyen ama işgüzar bir memur tarafından “işsiz” olarak tanımlanan da! Obama’ya hediye edilen “Haritada Bir Nokta” isimli hikayesi ise gerçekten akıllara durgunluk verecek kadar güzeldir ve şu nefis son cümlelere sahiptir: “Söz vermiştim kendime; yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” Önümüz mayıs. Sait Faik’in tabiriyle “Sevişme Vakti.” Aynı zamanda en unutulmaz okumaların yapıldığı ay... Bu yüzden “Obama okurmuş, okumazmış” boş verin, bu iki güzel kitabın kapağını kaldırın.
St. Benoit Gençlik Kulübü AB için dünyayı geziyor
Saint Benoit Avrupa Gençlik Kulübü’nün çalışmaları arasında, AB konusu, AB projeleri (Comenius gibi), İGF (İstanbul Gençlik Forumu) ve EYP (Avrupa Gençlik Parlamentosu) çalışmaları ve öğrenci temsilcisinin katılımını sağlamak amaçlı bir gezi düzenlendi. Bu çalışmalarda özellikle uluslararası forumlara katılım, diğer kültürel etkinlik ve projeler (İstanbul 2010 gibi) var. Kulüp bu programıyla dünya ve ülke sorunlarına duyarlı, demokrasiye inanan, çözüm üreten, Atatürk ilkelerine bağlı gençlerin yetişmesini hedefliyor. Bu durumda da AB kriterleri bu açıdan büyük önem taşıyor. Saint Benoit Avrupa Gençlik Kulübü, 16-20 Mart 2009 tarihleri arasında Brüksel’e düzenlediği gezide, AB Kurumları, Müzakere sürecinde Türkiye, NATO ve Türkiye konularında görüşmeler yaptı. Ekip on üç öğrenci ve iki öğretmenden oluşuyordu. Gezinin organizasyonu ise TÜSİAD Brüksel ofisi tarafından yapıldı.
Tek tek de güzeller ama ikisi birlikte başka türlü güzel!
Kendi seçimi miydi yoksa bir danışmanının mı, bilemem...
Haberin Devamı