Bazı günler vardır, dönüp dönüp hatırlanan ve binlerce kez defalarca yorumlanan. O günler sanki Cengiz Aytmatov'un "Gün Uzar Yüzyıl Olur" dediği günler gibidir. Bu Salı, hastane koridorlarında yaşadıklarımızı hatırladıkça kendimi uzun bir yüzyıldan çıkmış gibi hissediyorum. Babam hasta. Hâlâ da hastanede. O yüzden, ne olur bu satırları tüm iyi dilekleriniz ve dualarınızla okuyun. Kendisi KOAH. Akciğerler, kalp, böbrekler sınırda. Ama on yıldır kağıttan bir ev gibi dengedeydik. Her şey iyiydi ama rüzgar çıkmadığı sürece. Ne yazık ki, o rüzgar bu hafta çıktı. Kalın bağırsaklarda bir kitle vardı, üstelik bağırsaklar tıkanmıştı, acil ameliyata alınması gerekiyordu. Yaşamımız süresince karar verir, seçimler yaparız. Bizi biz yapan da bu seçimlerimizdir. Ama bazı kararlar vardır ki, "kırmızı ve mavi tel" arasında bir seçim yapılmasını gerektirir. Salı günü; genel anesteziyi kaldırma ihtimali çok düşük olan babam için ameliyat kararı verdim. Çünkü başka şansım yoktu. Ya da o sırada ben üçüncü bir tel olan "beyaz bir telin" varlığından habersizdim. Bu yazıyı da bu yüzden yazıyorum. Hayatın bizlere sunduğu seçeneklerin düşündüğümüzden de çok olduğunu söylemek için.
Tesadüf diye bir şey yoktur
Tüm gün twitter'a bakıp duruyordum. Tam babamla ilgili tweet atacağım vazgeçiyordum. Derken hayalle gerçek arası bir ruh haliyle "babamı ameliyata hazırlı-yoruz" diye bir tweet attım ve o an telefonum çaldı. Dost Enver Aysever arıyordu. Durumu konuştuk ve bana Çapa Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Kenan Demirkol'u niye aramadığımı soruyordu. O psikolojiyle "Enver tüm doktorlar aynı şeyi söylüyor" diye sayıklamışım. Ama onun zoruyla Kenan Hoca'yı aramayı da başardım. Bir toplantıdaymış açmadı. Ben de üstelemedim. Zira yıllar sonra bile her anını hatırlayacağım, duygusal olarak ömrümün en uzun ama aslında kısacık süreci başlamıştı. Babamı ameliyata hazırlıyorduk, önlüğünü giydirdik, birbirimizi öptük, uzun uzun kokladık, metanetli göründük ve teslim olmak için kendimizi ikna etmeye çalıştık. Sonra... Ameliyata dakikalar kala. Ben diyeyim on, siz deyin beş dakika. Kenan Demirkol aradı. Durumu söyler söylemez de "hemen hastanızı getirin" dedi. Telefondaki o güzel ses, bize babam için yüksek riskli olan genel anesteziyi kullanmayacağı bir başka tedavi yöntemini öneriyordu. Bir an bile düşünmedim/ düşünmedik, Çapa'ya doğru yola çıktık. Şaka değil, bizi dünyanın en iyi kolon kanseri cerrahlarından biri, beklediğini söylüyordu. O an, Aytmatov'un mimlediği o uzun günün gecesi bitmiş, güneş doğmaya başlamıştı. Babam acilen ameliyat olmasını gerektiren durumu lokal anestezi ile yapılan bir operasyonla atlattı. Şükürler olsun. İkinci ameliyat 10 gün sonra. Enver' le defalarca konuştuk. Bana diyor ki; "Buket tesadüf diye bir şey yoktur. Ben o saatte asla twitter'a bakmam." Ameliyata bir saat kala bir tweet atıyorsu-nuz, arkadaşınız görüyor, dünyanın en iyilerinden olan bir doktoru tanıyor, o doktor da sizi ameliyata dakikalar kala arıyor ve dahası "hemen gelin" diyor. Bence de bu tesadüf değil.
Benim kişisel hikayemi bilenler daha önce de bir mucizeyle karşılaştığımı hatırlayacaktır. O yüzden zaman zaman "sanırım Tanrı bana dokundu" derdim. Ama şimdi kocaman bir çığlık atarak şöyle diyorum; Tanrı bizi öptü! Ben de babamı öpüyorum!
Tanrının dokunuşu
Haberin Devamı