Tiyatronun geleceğine dair bir kehanet vardır. Derler ki, “İlerleyen teknoloji ve sinema endüstrisi karşısında tiyatronun hiç şansı yok. Seyirci hikaye ya da oyunculuk muhteşem olsa da tiyatronun durağanlığını istemiyor.”
Ama şimdi size küçük bir sır: Sahnelendiği ülkelerde tam not alan, Türkiye’de İKSV ve Vodofone Red işbirliği ile sahnelenen, Sam Mendes’in yönettiği, başrolünü Kevin Spacey’nin canlandırdığı “III. Richard” bu kehaneti yerle bir ediyor.
Nasıl mı? 12 yıl önce “Amerikan Güzeli” ile 5 dalda Oscar kazanan Mendes-Spacey ikilisi tüm dünyaya 21. yüzyılda da bir Shakespeare oyunu ile kitlelere seslenilebileceğini gösterdi. Hem de metni kısaltmadan, kesip doğramadan...
Üstelik bunu yaparken son derece yalın bir yaklaşım benimseyerek... Sahne neredeyse boştu. Bazen bir koltuk, bazen bir sandalye, bazen de bir sedye ya da masa vardı. O kadar. Ancak ışık oyunlarıyla adeta sihir yaratılmıştı.
Öyle ki, birkaç saniye içinde, hem de gözünüzün önünde sahne bir anda bambaşka bir ortama bürünüveriyordu. Mesela az önceki masa birden atlı araba oluyordu.
Kambur, topal ve çolak olan III. Richard’ı canlandıran Kevin Spacey’e gelince... Film başına aldığı ücretlere rağmen son yıllarda tiyatroya ağırlık veren Spacey, III. Richard’la adeta tüm oyunculuk maharetini ortaya koyuyordu.
Bir bacağı ve kolu sarılı halde 3 saat 15 dakika boyunca performans sergilerken sadece yeteneğini değil kan dolaşımı gibi biyolojik sınırlarını da zorluyordu. Şöyle diyeyim; çok az kişi kolu ve bacağı o şekilde sarılı olarak bir saatten fazla durabilir. Ama o sadece durmuyor, koşuyor, zıplıyor ve mimikleri ile hafızamıza kazınıyordu.
Hele final sahnesinde baş aşağı olarak ayaklarından bir buçuk dakika asılı kalmasının, oyunu izleyenlerin aklından kolay kolay çıkmayacağına eminim. Unutmadan söyleyeyim Spacey 52 yaşında.
Shakespeare’in; kardeşlerini, yakınlarını öldürerek tahta çıkan entrikacı, hırslı, çirkin kral III. Richard’ın hikayesini anlattığı bu oyunun alt metnine gelince... Bir başkaldırı da burada saklı. Mendes ve Spacey ikilisi, Shakespeare’in oyununu 20. yüzyıla uyarlamış ve karşımıza mağdurlarının bile her cinayetine tanık ve ortak olduğu bir II. Dünya Savaşı ve faşizm eleştirisi koymuştu. Zira oyunun soluk kesen final sahnesi, sevgili Ali Poyrazoğlu’nun kulağıma fısıldadığı gibi aslında Mussolini’nin sonundan başkası değildi.
Spacey’den faşizim eleştirisi
Haberin Devamı