Unutmak ve unutturmak üzerine...
Üniversite son sınıf öncesi... Tarih düşmek gerekirse; 1995 yazı. Bir sene sonra okul bitecek. Tedirginlik içindeyim. Ne yapacak, nerede çalışacağım? Bilmiyorum. Tek bildiğim sabah 9, akşam 7 çalışılan düzenli bir iş istemediğim. Bu dönemimde tanışmıştım, Oya Baydar’la... Türk Tarih Vakfı sendikacılık ansiklopedisi hazırlıyordu ve gençlere kapıları açıktı. Oya Baydar bizimle o kadar şefkatli, kucaklayıcı konuşmuştu ki, birkaç satırlık ansiklopedi maddesi için günlerce kütüphanelerde çalışmıştım. Baydar’ın objektiflik kaygısı da dikkatimi çekmişti. Baydar’a, okuldaki hocaların çifte standardından, sol görüşe olan alerjilerinden bahsettiğimizde de “Ben derslerimde hep iki tarafın da görüşlerine yer vermeye çalışırdım” demişti. Oysa Baydar, sırf sosyalist olduğu için 12 Mart’ta tutuklanmış dahası 12 Eylül’le birlikte yurt dışına kaçmış ve 12 yıl sürgün yaşamış, 1992’de ülkeye dönmüştü. Bu nedenle yeni romanı “Çöplüğün Generali”ni merakla okuyorum. Zira bu roman Türkiye’yi ikiye bölen, insanları kutuplaştıran bir başka meseleyi Ergenekon Davası’nı ele alıyor. Günün birinde, çöplüklerde, boş arazilerde gömülüp bırakılan bombaların, mermilerin bulunmasını ve tüm bunların bir yazarın dikkatini çekmesini... Ama roman tüm bunlara unutmak üzerinden yaklaşıyor. Zira “büyük deprem” den sonra kurulan “Yeni Kent”te yaşayanlar, 3 maymun virüsü (3m) ile hiçbir şey hatırlamıyor. Çöplükte yaşayan sağır ve dilsiz bir çocuk hariç... İşte romanın kahramanı yazarın, bu çocukla tanışması ile biz de Türkiye siyasi tarihini eşelemeye başlıyoruz. Peki ne mi buluyoruz? Tabii ki sadece çöp!
Yalnızlığın romanıyla 3 milyon sattı
İsmiyle tuhaf bir sürpriz yaptı bu roman bana. Çünkü tüm zorluklara, travmalara rağmen kendine bir hayat kurabilmiş, bir varlık olabilmiş olan kişilerin yalnızlıkları için ben de bu deyimi kullanırdım. Derdim ki, “Biri olurken o kadar çok uğraşırız ki sonunda başkasına bölünemez, kendimizde bir başkasını taşıyamaz hale geliriz. Tıpkı asal sayılar gibi...” Bu nedenle, Paolo Giordano’nun romanını görür görmez okumaya başladım. Bir kere kahramanları çocukluk travmalarının gölgesinde yaşayan iki kişilikti. Alice, kayak kazası geçirmiş biri. Ölümden dönse de kazanın onda derin izleri kalıyor. Mattia’nın travması ise engelli kız kardeşinin kaybolmuş olması. Bu iki dram dolu hayat bir araya gelip birbirlerini sarılıp yaralarını sarmaya çalışıyorlar. Yani roman, başkasını taşıyamayan iki ruhun, iki asal sayının yalnızlığını anlatıyor. Bu yüzden olsa gerek, sadece 1982 doğumlu olan yazarın hem de ilk romanı “Asal Sayıların Yalnızlığı” yayımlandığında İtalya’da üç milyon sattı.
Bukowski’den yeni Türkçe şiirler
Bu sıralar internet’te (özellikle facebook’ta) Bukowski’nin bir videosu dolanıyor. Ve izleyen karnına yumruk yemiş oluyor. Çünkü videoda Bukowski içkiden ve sigaradan çatallanan sesi ile “Mavi Kuş” şiirini okuyor. En küçük duygusallığa, acınmaya, göz yaşına yer vermeyen ama bir o kadar da ağlamayı önemseyen bir şiir bu. Bu sayede “Mavi Kuş”tan haberdar olanlara müjde... Bukowski’nin kitaplarını yayımlayan Parantez Yayınevi bu kez yazarın Türkçe’ye çevrilmemiş öykü ve şiirlerini bastı. Umarım yakın zamanda bu kitaptaki bir şiir de internet ortamında dolanmaya başlar.
Sonbahar kitapları
Yaz rehavetini üzerinden atmak isteyenler için düşündüren romanlar, bir de şiir sürprizi var. Ülkemizde çok satan kitaplar tartışılırken İtalya’da 3 milyon satan Paolo Giordano’ya dikkat edin
Haberin Devamı