Siesta zamanı gelmedi mi?

Haberin Devamı

Finikede hissedilen hava sıcaklığı 50ye ulaşmış. Antalyada sıcaklardan ötürü tatil ilan edilmiş.

İstanbul Emimönünde hissedilen sıcaklık 45 olmuş.

İnsanlar kendilerini parklara, sulara atmış, AVMlerden çıkamaz olmuş.

Herkesin dilinde aynı cümle; "Çok sıcak!"

Meteoroloji Genel Müdürlüğü ise şöyle diyor: "Tehlikeli Sıcak." Çünkü hissedilen sıcaklık 42 derecenin üstüne çıktığı anda artık "Çok sıcak"lar yerini "Tehlikeli Sıcaklar"a bırakmış oluyor ve şöyle tanımlanıyor: "Güneş çarpması, ısı krampları veya ısı bitkinliği meydana gelebilir."

Ancak buna rağmen insanlar güneşin altında, klimasız otobüslerle işlerine gitmeye, işlerinden dönmeye çalışıyorlar.

Peki bu işyerlerine varınca ne oluyor? Üretkenlik, verimlilik, çalışma performansı... Bunların oranı ne?

Elimde bu konuda bir araştırma yok. Ama tahmin etmek de hiç zor değil, herkesin performansı, klimalı, havalandırma sistemi harika olan işyerlerinde bile yarının altında. Çünkü sıcaktan başka bir şey düşünemiyoruz. Bir durgunluk, tıkanma anı.

Türkiye bir süredir, küresel ısınmaya bağlı olarak, iklim değişikliği yaşıyor. Bahar aylarındaki ani hava değişimleri, birden ortaya çıkan hortumlar, sağanak yağmurlar, aşırı sıcaklar... Ve görünen o ki, bu değişim devam edecek.

Peki, ne yapacağız?

İnsanlar yüzyıllardır doğaya ve hava koşullarına göre yaşam biçimlerini şekillendirmiş. En basiti; geceleri uyuyup gündüzleri çalışmak gibi. Gün ışığı uygulamasının da mantığı bu. Ya da kar yağışının yüksek olduğu ülkelerde çatılar sivri olur, kar toplanıp çökmesin diye. Sıcak yerlerin çatıları ise düz olur, hatta bir de yatak serilir...

Peki tehlikeli sıcaklara rağmen (hem de Ramazanda...) neden iş ve sosyal hayatımızı hala aynı şekilde organize etmeye devam ediyoruz? Sanki bir kış günüymüş gibi o saatte uyanıp kışmış gibi o saatte işten dönüyoruz?

Kısaca şunu soruyorum; Türkiyenin artık İspanya, Yunanistan ya da Latin Amerika ülkeleri gibi siesta uygulamasına geçmesi gerekmiyor mu?

Zira bu tehkileli sıcaklarda hala orta iklim kuşağı ülkesi gibi yaşamayı sürdürmeye ısrar etmek bana akıldışı görünüyor.

Latin sıcağı

Yaz geldiği an, Latin Amerikalı yazarları okumaya başlarım. Kışa doğru da Rus klasiklerini... Sanırım, doğanın düşündüğümüzden hatta hayal bile ettiğimizden de fazla etkisi var üzerimizde. En iyisi bunun farkına varıp uyum sağlamak. Bu yüzden artık yaz aylarında Latin yazarları daha sistemli okuyorum, bu sayede bu romanlardaki karakter ve olaylarda sıcağın etkisinin çok büyük olduğunu daha iyi fark edebiliyorum. Bu nedenle bu yaz bitene kadar şu kitapları okumak istiyorum: Isabel Allendenin kendi ailesi üzerinden Şilinin de hikayesini anlattığı "Günlerin Getirdiği", Marquezin 12 öyküsünden oluşan "Mavi Köpeğin Gözleri" ve "Kolera Günlerinde Aşk", Julio Llamazaresin herkesin terk ettiği bir köyde tek başına yaşayan bir adamın hikayesini anlattığı "Sarı Yağmur" ve Mario Vargas Llosanın

ünlü feminist Flora Trist·n ile ünlü ressam Paul Gauguini buluşturduğu romanı "Cennet Başka Yerde."Elbette yeni kitapları da takip etmek gerek, vantilatör karşısında notlar alarak okuyacağım kitap ise, Herbert Kraftın "Nitelikli Bir Adam" yani bir Musil biyografisi.

DİĞER YENİ YAZILAR