Satılan her yabancı kitap bir yerli yazara

Haberin Devamı

Kitap satışlarının birkaç binle sınırlı kaldığı günler geride kaldı. Evet sorunlar hala büyük; yazarlar başta olmak üzere çevirmenler, editörler hak ettiği rakamlara ulaşamıyor ama sadece yazarak hayatını idame ettiren yazar sayısı da az değil. Mesela her ay muhakkak çok satar bir yazarın kitabı yayımlanıyor ve bir kitabın çok satan olabilmesi için ilk baskısının 100 bin olması gerekiyor. Peki, ne oldu da 1990’ların sonunda yılda 3 kişiye 1 kitap düşerken 2012 yılında bu rakam kişi başına 7’ye çıktı. (Buna ders kitapları dahil değil ve bu rakam Avrupa ülkelerine çok yakın.)
1990’lardaki tabloya kuşbakışı bakalım. Kitap sektörüne, 1980 darbesi damgasını vurmuştu. Solcular kitap yayımlayarak hayatlarını sürdürüyor, yayın çizgilerini de buna göre belirliyordu. Amaç hem geçimini sürdürmek hem de “onurlu bir iş” yapmak, kapitalist olmamaktı. Mesela “rakı parasına çalışma” sözü çok meşhurdu. Ancak bu psikolojik ortam sektörün gelişmesini ve işlemesini engelliyordu. Ancak yazarların okunma, satma, yazarak yaşama ve dünyaya açılma arzuları bu koşulları zorlamaya başladı. Ve asıl kırılma 2000 yılında Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı”sının 25 binlik ilk baskıyla billboard’a çıkması oldu. Çünkü bu olay, “rakı parasına” çalışan yayın piyasasının tüm prensiplerine aykırıydı. Türkiye yıllarca, ana haber bültenlerinde bile, kitabın reklamı olur mu olmaz mı, diye tartıştı. Bugün artık hemen her kitabın reklamı yapılıyor. Bu da sonuçta satışları yükseltti.
Elbette bugün 126 mağazaya sahip D&R’ın, idefix’in öncülüğünde internet satış sitelerinin sektöre girişi de çok etkili. Öncesinde kitabevi sayısı çok azdı. Bu eksik, sektörün bir başka büyük sorununu, korsan kitap satışını da besliyordu. Kitapçının olmadığı yere korsan giriyor, korsanın olduğu yere kitapçı giremiyor. Yazarların okunma arzusu, sektöre yeni yayıncıların girmesi vs. ile bu döngü kırıldı. Kırılınca da, güçlü bir kökü olan Türk edebiyatı kendini su yüzüne çıkaracak ince bir zemin buldu. Ve adeta bir patlama oldu. Orhan Pamuk’un Nobel alması, Türkiye’nin 2008’de Frankfurt’ta Onur Ülkesi olmasıyla da bu büyüme, uluslararası boyut kazanmaya başladı. Mesela Frankfurt sonrası 220 kitap Türkçeden Almancaya çevrildi.
Türkiye’nin geçen hafta gerçekleşen Londra Kitap Fuarı’nın konuk ülkesi olmasıyla da bu boyut artık kesinleşti. Üstelik sırada Pekin ve Madrid fuarları var.
O yüzden bu gelişmenin sebebi kesinlikle yerli pazarın büyümesi. Şöyle ki, Türkiye’nin yıllık İngilizce kitap alımı (ithalatı) 20 milyon sterlin. Yani İngilizce için Türkiye harika bir pazar ama bu aynı zamanda Türkiye’yi dünya kitap piyasasının güçlü bir aktörü de kılıyor. O yüzden fuarlara onur konuğu ülke olarak davet ediliyoruz ve bu da Türkçe edebiyata ilgiyi artırıyor. Özetle bu noktadan sonra artık Türkiye’de satılan her yabancı kitap bir yerli yazarın tanınmasına vesile olacak. Döngü geri dönmemek üzere kırıldı.

DİĞER YENİ YAZILAR