O ip unutulur mu?

Haberin Devamı


Geçen hafta bugün...

Üsküdar Doğancılar’dan Çekmeköy’e gidiyorum. Anneme. Hayalimde annemin güzel kahvaltısı var. “Ohh” diyorum; “patates, biber de kızartmıştır, sarımsaklı domates sosu da yanında.” Kanepeye yatıp annemin üzerime battaniye serişini hayal ediyorum, az sonra öpücüklere boğulacağım, biliyorum. Huzurla taksinin arka koltuğuna yayılıyorum.

Derken, Karacahmet’ten geçerken trafik tıkanıyor. Boş bulunup şoföre “Bu neyin trafiği?” diye soruyorum ama sorar sormaz da pişman oluyorum. Çünkü geceden beri, içimi yakan, kendimi uykuya sararak unutmak istediğim, unutursam bu ölümün hatırlattıklarını da unutabileceğimi sandığım vefat haberini tekrar alıyorum: “Deniz Gezmiş’in annesi Mukaddes Hanım’ın cenazesi var!”

“Bir an unutabildim sandım” diyorum.

“Ne tuhaf” diyor şoför; “Uzun yaşadı, nasıl dayandı acaba?” Sonra susuyoruz. Susmasak ne diyeceğiz? Mukaddes Hanım’ın vefatından hemen önce çıkan ”Kardeşim Deniz” kitabında Can Dündar her şeyi anlatmış. Sadece oğlunun asılacağı gün Mukaddes Hanım’ın yaşadıklarını okusanız yeter. Zaten bu kısmı okuyunca bir süre bir şey okuyamayacaksınız. En azından bende öyle oldu.

Günlerdir, annesinin Deniz Gezmiş’in asılacağı anı bekleyişi aklımdan çıkmıyor. “Bir anneye böyle bir acı, dahası ceza nasıl reva görülür?” diye düşünüp duruyorum. Birden kahvaltı sonrası annemin öpücüklerini hayal edişim aklıma geliyor, utanıyorum, şımardığım yerlerim sızlıyor.

Şimdi sizden küçük bir empati yapmanızı isteyeceğim. Karmaşık bir şey değil, aksine çok basit.

Hemen hepimiz birilerini yitirmişizdir. Belki babamızı, belki annemizi, belki kardeşimizi, belki eşimizi ya da dostumuzu. İşte onların ölümlerini hatırlayalım. Hastanedeyseler eğer, onları yaşatmak için verdiğimiz mücadeleyi; kan arayışımızı, ilaç için eczaneye koşturuşumuzu, bir umuttur diye başka başka doktorları arayıp fikir alışımızı...

Ve şimdi, kaybettiğimiz kişinin eceliyle ölmediğini düşünelim. Aksine sapasağlam bir bedeninin olduğunu, tüm organlarının çalıştığını, biyolojik yaşının ona uzun bir yaşam vadettiğini. Ama buna rağmen öldüğünü, idama mahkum edildiğini düşünelim. Hem de sırf dönemin siyasi konjonktürü yüzünden... Hukukun en ağır suç olarak tanımladığı cinayet suçunu bile işlememesine rağmen bir gün, sabaha karşı idam edildiğini. Boynuna bir ip geçirildiğini.

Deniz Gezmiş’in asıldığı gece Mukkades Hanım eşine “Gördün mü çocuğumu?” diye sormuş; “Gördüm, sarıldım” demiş babası; “Boynunda bir morarmışlık vardı. İp izi...”

Söyler misiniz, o anne, o baba o ipi unutabilir mi? Peki siz unutabilir miydiniz, dahası unutabilicek miyiz?

Hiçbir şey olmamış gibi Mukaddes Hanım’ın cenazesinin yanından geçip gidebilir miyiz?

Yanıtı hepimiz biliyoruz; “Hayır!” En umursamaz, en bencil olanımız bile geçip gidemez, en azından içini bir korku kaplar. O ip aklına gelir.

İşte Can Dündar’ın “Kardeşim Deniz” kitabı bunu yaptı: Yıllar-yıllar geçse bile Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı bu ülkeyi hep etkileyecek. Bu yüzden şundan eminim: Bu ülkede yaşayanların en temiz mutluluklarının gölgesinde bile hep bir suçluluk duygusu ya da korku saklanacak. Hangisini çekeceğimiz ise bize kalmış.

DİĞER YENİ YAZILAR