Nâzım Hikmet’in yayımlanmamış hikâye ve romanları bulundu

Haberin Devamı

Yoruldum ağırlığımı taşımaktan/ ellerimden yoruldum/ gözlerimden gölgemden/ sözlerim yangınlardı/ kuyulardı sözlerim/ bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün/ ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde/ uzaklaşan ayak izlerimin/ ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.”
Nâzım Hikmet’in insanı en geveze anında bile susturan bu dizeleriyle şubat ayında düzenlenen “Şehrime Ulaşamadan Bitirirken Yolumu/ Nâzım ve Vera İstanbul’da” isimli sergide karşılaşmıştım.
Bizzat Nâzım tarafından kendi daktilosunda yazılmış bir şiirdi bu. Bir duvarda öyle sessiz sakin duruyordu. Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda düzenlenen bu sergiyi eksiklerinden, çalakalem tasarısından ötürü eleştirmiştim ama beni bu şiirle tanıştırdığı için de çok sevmiştim.
Tabii bu sergi, ayrıca şairin külliyatını devralan Yapı Kredi Yayınları’nın Nâzım Hikmet’i ve eserlerini sahiplendiğinin göstergesi olduğu için ayrıca sevindiriciydi. Böylece, şairin daha önce hiçbir yerde çıkmamış mektuplarında kalmış dört eseri “Öteki Defterler” adıyla yayımlanabildi.
“Bir defter al, her gün duyduklarını yaz”
Nâzım Hikmet’in “askeri isyana teşvik” ten 1938’de İstanbul Tevkifhanesi’nde tutuklu bulunduğu sırada tuttuğu bu defterler, Mehmet Fuat arşivi düzenlenirken Piraye’ye yazılmış mektupların bulunduğu sandıktan çıktı.
Bunlar şiir değil. Dört uzun metin... Daha doğrusu daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olan roman ve hikâye parçaları.
İlki “Orası” adını taşıyan bir roman... Hapishane ortamını, buradaki kişileri, ilişkileri anlatan roman, beş bölümden oluşuyor ve dört deftere yazılmış. Her bir defterin başında da Piraye’nin “Bir defter al. Her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır” sözü yer alıyor. Yani, Nâzım, bu defterleri Piraye’nin motivasyonu ile yazmış... Böylece karısının aynı mektuptaki bir diğer tavsiyesini, “Bilirsin benim güzel bir huyum vardır, her felaket karşısında taş kesilirim, sen de öyle yap” sözünü dinlemiş.
Nâzım’ın sadece dört bölümünü yazabildiği “Zeytin ve Üzüm Adası” ise İmroz (Gökçeada) adasında geçen kısa ama roman tarzında bir anlatıdan oluşuyor. Yüksek kaldırım ve tünel çevresinin renkli dünyasını, mübadelenin izlerini anlatan ama ismi konmamış bir diğer hikayeye yayınevi editörleri ise “Bayram” adını vermiş.
“Öteki Defteler”in son metni ise Nâzım’ın hapishanede bulunduğu sıradaki düşlerinden oluşan çarpıcı bir metin. “Düşünmekten başka yapacak işi, düşünmekten başka hürriyeti olmayan adama” ithafıyla açılan bu metnin de adı yok. Editörlerin buna verdiği isim ise çok romantik: “Piraye’ye.” Çünkü bu son metin mektup türünde kaleme alınmış. Eh, zaten mektuplar da Piraye’ye değil mi?

DİĞER YENİ YAZILAR