Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” Orhan Pamuk’un yeni romanı “Masumiyet Müzesi” bu zarif ve dokunaklı cümle ile açılıyor.
“Yeni Hayat” taki “Bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti” gibi tüm gücüyle, tek yumrukta okuru vuran bir cümle değil bu. Tam aksine, yavaş yavaş işliyor okurun içine. Hele bu cümlenin ardından “Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?” diye sorduktan sonra insanın canını ince ince acıtmaya başlıyor. Bir kâğıt kesiği gibi...
Anlıyorsunuz ki, az sonra yani 590 sayfa boyunca kırık, yarım kalmış bir aşk hikâyesi okuyacaksınız. Hem de en güzel, en mutlu cümlelerin bile huzurunuzu kaçıracağı\’85
ONUN ADI PEMBE
Romanın konusunu az çok biliyorsunuz. 1970’lerin ikinci yarısında başlayan bir zengin oğlan-fakir kız aşkı bu. Yani Yeşilçam’ın küçük hanım ve küçük bey diye takdim ettiği kişilerin aşkı. Evliliklerin, mutlu geleceklerin “pembe panjurlu bir ev hayali” ile tarif edildiği\’85 Daha doğrusu her türlü mutlu rüyanın, planın renginin toz pembe olduğu\’85
İşte “Masumiyet Müzesi” nin rengi de bu. Malum, Orhan Pamuk’un her romanına bir renk hakimdir. Ama bu renk her defasında “Benim Adım Kırmızı” daki gibi kendini adıyla, sanıyla belli etmez. Mesela “Kara Kitap” ın rengi yeşildir. Bu romanın ise pembe...
İşin zarif yanı pembe rengi de tıpkı bu romanın ilk cümlesi gibidir. Hem de “pembe hayaller” gibi tamlamalarla, mutluluğun simgesi olarak kullanılmasına rağmen. Çünkü tam aksine hüznün rengidir pembe. Bir kere hırslı bir renk değildir. Hafif, basit bir mutluluğu simgeler parayla ve pulla ilişkisi olmayan. Masumdur. Ama o kadar hafiftir ki bir anda dağılıp gidiverir. Tıpkı hayatın katı alışkanlıkları, zaafları karşısındaki masum bir mutluluk gibi\’85
Bu yüzden “Masumiyet Müzesi” nin ilk yüz otuz sayfası boyunca sürekli bir gerilim hissettim. Çünkü roman, belli ki adım adım “mutsuz” bir sona gidecek. Romanın başladığı o güzel bahar öğleden sonrasından yani Kemal ile Füsun’un zaman zaman dışarıda top oynayan çocukların seslerine kulak verdikleri tutkulu sevişmelerinde bile bu gerilim var.
Hem de iki aşığın ilk yüz sayfa boyunca sadece sevişmesine rağmen. Çünkü Kemal, her ne kadar bir detaymış gibi bahsetse de bir başkasıyla, hem de ailesinin uygun bulduğu kendi sosyal sınıfından Sibel’le nişanlanmak üzeredir. Dahası henüz 1970’lerin ikinci yarısıdır ve bekaret büyük bir tabudur. Üstelik Kemal sadece Füsun’la değil, evleneceği Sibel’le de birlikte olmuştur ve aile çevresinde bu durum bilinmektedir. Bir de\’85 Kemal zengin, Füsun fakirdir ve Kemal’in annesi Füsun’a bir güzellik yarışmasına katıldığı için -ailesiyle görüşmeyi kesecek kadar- tepkilidir.
Ama aşk bu, geldiğini, geleceğini önceden duyurmaz, izin istemez... Gelir ve ele geçirir. Nitekim bu nedenle Kemal ve Füsun da romanın altıda biri süresince sanki gerilim hattına çarpmış gibi sevişip duruyor. Mesela akılları başlarına yeni yeni gelmeye daha yeni yeni “ne olacak?” diye sormaya başladılar. Ama bu sorular da henüz ciddiyetle ifade edilmiyor, iki aşığın savunma mekanizmaları henüz gerçeği reddetme yönünde...
Ama yine de biliyoruz ki Mayıs 1975’te başlayan bu bahar aşkını, ileriki sayfalarda mutlu renkler beklemiyor ve bu da şimdiden insanın canını acıtıyor.
İster inanın, ister inanmayın çok kolay okunuyor!
Orhan Pamuk’un romanı yayımlanınca şu tür yorumlara çok rastlarız: “Ayy çok sıkıcı, çok karışık, bir türlü anlaşılmıyor, okuyamadım.” Hatta bir ara sırf bu nedenle “kötü yazar” olduğu bile söylendi. Sanki James Joyce’un dünya edebiyatının kilometre taşlarından olan “Ulysses” i bir çırpıda okunuyormuş gibi. Şimdiden söyleyeyim, bu kez böyle tartışma yaşanmayacak. Çünkü bu roman su gibi akıyor. Yani tembellere bu kitaptan ekmek çıkmaz! Romanın ilk baskısı 100 bin yapıldı. “Satar mı, satmaz mı” diye tartışmaya da gerek yok. Çünkü
1) Bu bir Orhan Pamuk romanı,
2) Nobel’den sonraki ilk romanı,
3) Bu bir aşk romanı,
4) İçinde bol bol seks var.
Kitapta bekaret üzerine antropolojik bir yorumun yer aldığı başlı başına bir bölüm var; “Bekaretin toplumdaki yeri nedir, erkekler kadınların bakire olmasını neden ister, kadınlar evlenmeden önce kiminle birlikte olur, bunu yaparken amaçları nedir” gibi sorulara yanıt arayan. Bu bir aşk romanı olduğu ve içinde cinsellik de barındırdığı için birileri Ahmet Altan romanlarıyla kıyaslayabilir. Hiç tavsiye etmem\’85 Çünkü Ahmet Altan kadınları ve aşkı anlatır. Orhan Pamuk ise aşık bir erkeği ve onun aşkı algılayışını anlatıyor.
“Masumiyet”te seks var!
Haberin Devamı