Mesela “Oku adam ol” denir. Zira bizim ülkemizde okumak ciddi iştir. Mesaisi çok, eğlencesi yoktur. Bu yüzden evlerini kitaplarla dolduranlara sıkıcı gözüyle bakılır. Sırf bu imajı silebilmek için “Yolları Çatallanan Bahçe”yi kadın dergilerinden birinin içinde taşıdığımı, işe öyle gidip geldiğimi bile bilirim.
Gerçi bu bir zamanlar böyle değilmiş... (80 öncesinde) Aksine o zamanlar da “eğlenceli” kitap okumak ayıplanırmış. Ağabeylerimizin, ablalarımızın çizgi romanlarını “ciddi kitapların” arasına koyup okumak zorunda kalması gibi... Oysa okumak okumaktır. Eğlencelisi de vardır, zor okunanı da! İyi yazıldığı sürece hepsi okunmaya değer.
Yani makro düzeyde ortaya çıkan mahalle baskısı, kitaplar için de geçerli olabiliyor. (Tabii ki iki baskı kıyaslanamaz bile) Ve bunda da ırkçılık ve farklı ahlak anlayışlarından kaynaklanan önyargılar başta olmak üzere, bilgisizlik çok etkili. Mesela Japonya’ya iki atom bombası atıldıktan sonra patlama yaşayan, bugün haftalık tirajları 3 milyonu aşan, Japon çizgi romanları mangaya yönelik yakıştırmalar gibi. Bir Japon için günlük hayatın sıradan bir parçasıdır manga; metrolarda çizgi roman okuyan takım elbiseli işadamlarına ya da küçük bir ücret karşılığında manga okunabilen kissa’lara yani kafelere her yerde rastlanabilir.
Ancak buna rağmen internette şöyle bir dolaşırsanız mangayla ilgili olarak şu cümlelerle karşılaşırsınız: “Japon kompleksinin ürünü çizgi romanlar, filmler. Çünkü bütün karakterlerin kocaman gözleri var” veya “seks ve şiddetten geçilmeyen dergiler, kitaplar” vs.
Peki, öyle midir manga? Geçmişi 1800’lere dayanan bir tür, birkaç cümle ile özetlenebilir mi? Ya da biz Türklerin Samuray filmleri dışında hakkında bir şey bilmediği Japonların çizgi romanlarıyla ilgili ne tür kaynaklar hatmettik ki, derin bilgimizi damıtılmış birkaç cümle ile ifade edebiliyoruz?
Çizgi roman tutkunları
Plan B Yayınevi’nden çıkan “Japon Çizgi Romanının Tarihi” isimli kitap işte bu tür önyargıları deşifre etmekle işe başlıyor. Kitabın yazarı Paul Gravett (gazeteci, küratör) diyor ki; “Hatalı bir biçimde” memeler ve duyarga’dan başka bir şey içermiyormuş gibi tanıtılan mangalar, Batı’da eskiden olduğu gibi şimdi de aşağılanır. Çünkü hem çizgi roman, hem Japon’dur!”
Gravett Batı’nın Japon çizgi romanlarına yönelik önyargılarına örnekler de veriyor. Mesela Wall Street Journal’in 1987’de “Japonya’da yetişkin erkekler hâlâ çizgi roman okuyup fantezi kuruyor” diye alaylı manşet atması ya da New York Times’ın 2002’de Japonların manga tutkusunu onların “düşük okuryazarlığı”na bağlaması gibi. (NYT bu yazıdan ötürü özür dilemek zorunda kalmış çünkü Japonya’nın okur yazarlık oranı ABD’den daha fazla.)
Yani Gravett, manganın tüm dünyaya yayılmasına, sinemacılara, ressamlara, reklamcılara esin kaynağı olmasına ve pek çok ülke gençleri ya da çizgi roman tutkunlarınca sevilmesine rağmen saygın görülmediğini söylüyor. Ama “kitabının mangaya bir methiye ya da özür olmadığının” da altını çiziyor. Çünkü kelime anlamı “sorumsuz resimler” olarak çevrilen manganın kimi zaman gerçekten sorumsuz olabileceğini söylüyor.
Bu da çocukları televizyon karşısına mıhlayan “Beyaz Aslan Simba”dan pornografik düzeyde cinsellik içeren hikayelere kadar uzanan bu çizgi roman türünü anlamayı zorlaştırıyor. Mesela hem çocuklara, hem kadınlara yönelik bir manga olan “Versay’ın Gülü” gibi. Fransız Devrimi öncesinde geçen hikâyede Kraliçe Marie-Antoihette’in hayatı muhafız komutanı Oscar üzerinden anlatılır. Burada kafa karıştıran şey ise şudur; Oscar erkek gibi yetiştirilmiş bir kadındır ve hem erkekler hem de kadınlar tarafından arzulanmaktadır! Ancak şunu kavramak zor değil: Mangalar çizgileri ve hikâyeleri ile son derece farklı bir hayal gücünün ve kültürün ifadesi. Ve kesinlikle sıradan değil.
Hikayelerin güce adına!
Osamu Tezuka, mangaya saygı duymak için yeterli bir neden. Manga Tanrısı olarak tanımlanan ve “O olmasaydı savaş sonrasında manga patlaması olmazdı” denilen Tezuka, 60 yıllık ömründe 600 manga serisi için 150 bin sayfa yazıp çizmek gibi bir rekora imza attığı gibi 60 animasyon eser yarattı. Ölüm döşeğindeyken bile çalışan usta için en önemli şeyse hikayeydi. Disney’e esin kaynağı olan “Aslan Kral” gibi filmlerin yanı sıra Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sını çizgi romana uyarladı. “Suç ve Ceza” için çizdiği bir kare bile bu ustanın karşısında eğilmek için yeterli. Karede romanın kahramanı Raskolnikov cinayeti işlediğini itiraf edecektir. Tezuka bunu dramatize etmek için onu baş döndürecek kadar dik bir merdivenden indirir.
Manga-mania!
Her şeyin olduğu gibi kitapların da bir imajı vardır. Hatta okumanın bile...
Haberin Devamı