Yazarlık zordur. Hayır, parasız-pulsuz kalmaktan ya da hapis yatmaktan bahsetmiyorum. Yazmaktan, yazmak için vazgeçilenlerden bahsediyorum. Bir yılbaşı gecesi herkes merakla Milli Piyango sonuçlarını beklerken, sizin tek başınıza daktilo başında oturmanızdan... Bazen bir kelime için saatlere yayılan gerginliklerden. Durduk yere çevrenizle didişip kavga etmenizden...
Ama yazarlık kadar zor olan bir başka şey varsa o da yazar eşi olmak... Şimdi birkaç dakikalığına yukarıda tarif edilen kişinin eşi olduğunuzu düşünün. Eşinizin yazma sancılarına eşlik ettiğinizi, katlandığınızı, durduk yere çıkan kavgaları, o rahat yazabilsin diye “çıt çıkamaz” bir evde yaşadığınızı... Ve tabii, yazarlık para etmediği için tüm aile adına sizin geçim mücadelesi verdiğinizi...
Sizce hangisi daha zor?
Yazarlar kırılmasın ama benim yanıtım yazar eşinden yana... Çünkü bir yazar tüm bu sıkıntılar sonucunda bir kitaba imzasını atar ama eşi tüm bu sıkıntılara sadece “bir eş” olduğu için katlanmıştır ve her evlilik gibi onun da bir gün bitme ihtimali vardır!
Peki o zaman ne olur? Bu süre içinde yazılan kitapların hakkı kimde kalır? Kalmalı?
Bana bu soruları sordurup yazdıran Fügen Ünal Şen’in, Bekir Yıldız’ın ilk eşi Güler Kurtcebe ile VatanKitap için yaptığı röportaj oldu.
Kurtcebe, Bekir Yıldız’ın ilk eşi... Fügen, kendisinin kapısını Everest Yayınları’nın tekrar bastığı kitapların hikâyesini dinlemek için çalmıştı ama Güler Hanım öyle bir hikâye anlatmış kitapların konuları da Bekir Yıldız’ın edebiyat anlayışı da bir anda geri plana düşmüştü. Çünkü Bekir Yıldız’ın 20 küsur yıllık evliliğini (ikinci eşi Oya Hanım’la evlenmek için) bitirmek adına altı kitabının yayın hakkını “nafaka” olarak ortaya koymuştu. Ama isterseniz, bu hikâyeyi Güler Hanım’ın ağzından dinleyelim...
* Bekir, 1962’de işçi olarak Almanya’ya gitmişti. Sonra “Burada tek başına çalışmakla yol alınmıyor, sen de gel” deyince ben de gittim. Konfeksiyonda çalışırken iki parmağım kilitlendi, o kadar çok çalışıyordum. Para biriktirip Türkiye’ye döndük, Bekir o parayla kendi matbaasını kurdu. Almanya’da yaşadıklarımızı anlattığı kitapları ile adını duyurdu. Bu arada ben de evde çocukları büyütüp onun için rahat bir çalışma ortamı sağlıyordum. Gece yazardı. Yazdıklarını ben daktiloya çekerdim. Fikrimi söylesem kızar, bağırırdı.
* Ona kırgın mıyım? Elbette kırgınım. Bir başka kadın için beni ve çocuklarını bırakıp gitti. Ailesine sahip çıkmadı. Toplumcu yazar olarak ün yapmışsın; ilk önce yıllarını paylaştığın kadına, çocuklarına sahip çık.
* İşte bu yüzden boşanma dilekçesindeki “şiddetli geçimsizlik” gerekçesini de kabul etmemiş Kurtcebe. “Çünkü Bekir beni bir başka kadın için bırakıp gitmişti, gerçeği saptırmamalıydı” diyor. Dava da bu nedenle uzayıp gidiyor. Sonra bir gün Bekir Yıldız “Ne istiyorsun boşanmak için” diye soruyor ona. O da “Mazimi” diyor, yani “kitapları!” diyor ve ekliyor: “Beni ‘Halkalı Köle’de nasıl bu kadar küçük görürsün?” (Bekir Yıldız’ın evlilik hayatını sorguladığı, eşi ve sevgilisi arasında kalan bir yazarı anlattığı öykü.) Bunun üzerine Bekir Yıldız “Al bu kitabı ister sakla, ister yak” diyor. İşte Güler Hanım’ın bir diğer kızgınlığı da onun bu tavrına; “Bir yazar, kitabından bu kadar kolay vazgeçer mi? O onun çocuğu. Ben çocuklarımın tırnağından vazgeçmem! Oradan çıktıktan sonra bir gece düşündüm ve ertesi gün avukatıma gidip “Boşanmak istiyorsa altı kitabın yayın hakkını bana devredecek” dedim... İşte bugün tekrar basılmaya başlanan kitaplar da bunlar: “Alman Ekmeği, Demir Bebek, Reşo Ağa, Beyaz Türkü, Evlilik Şirketi ve Harran...” Aralarında “Halkalı Köle”nin olmadığını fark etmişsinizdir, sanırım...
Kim haklı?
Haberin Devamı