İstanbul Orhan Pamuk’un romanlarında bir mekan olarak değil bir kahraman olarak ortaya çıkar. Bu “Benim Adım Kırmızı“da 16. yüzyıl sonu İstanbul’uyken son romanı “Kafamda Bir Tuhaflık”ta ise inşaat sektörünün gölgesinde tüm mahallelerini yitiren bir İstanbul olur. “Kara Kitap”ta da, “Sessiz Ev”de de, “Cevdet Bey ve Oğulları”nda hatta “Beyaz Kale”de de İstanbul romanın mekanı olmaktan bir şekilde çıkar, kendini dillendirirdi. Çünkü Orhan Pamuk, kendisini hep “İstanbulluyum” diye tanımladı. Üstelik o bu kimliği her zaman bir hemşehriliğin ötesinde kullandı. Öyle ki, biyografisini kaleme aldığı “İstanbul-Hatıralar ve Şehir”de kendisine, hayatına da bu şehre bakar gibi bakmış, onu anlatır gibi anlatmıştı ve şöyle demişti bir röportajında: İnsanın çocukluğunu bir altın çağ olarak icad edip bunu ballandırarak ve güzel bir şeyler yazma azmiyle yazmasıdır. Yayımlanan “İstanbul-Hatıralar ve Şehir” bu nedenle İstanbul’un da biyografisi olarak görülmüş, yorumlanmıştı. İçinde Orhan Pamuk’un, ilk 22 senesine dair anıların yer aldığı kitapta İstanbul’a ve kültürüne dair 200 fotoğraf da bulunuyordu.
Orhan Pamuk, bu kitaba şimdi ek bir yorum getirdi ve 230 fotoğraf daha ekledi. Bir de “Fotoğraf Toplamak” isimli bir bölüm. Zira Pamuk’un yazarlık serüvenini bilenler “Sessiz Ev”deki Faruk gibi kendisinin de arşivleri, sahafları, eskicileri çok sevdiğini hatta “Masumiyet Müzesi”ndeki Kemal gibi işi bir müzeye vardırdığını bilir diyor.
“Hatıralar-İstanbul ve Şehir”in yeni baskısında: İstanbul’un bütün “güzel” fotoğraflarını toplamak değildi. Kitapta anlattığım konuları, duyguları gösteren, ortaya çıkaran, büyüten siyah beyaz fotoğrafları topluyordum. Bu dürtüyü en çok büyük fotoğrafçı Ara Güler’in 1950-80 arasında çektiği İstanbul fotoğraflarına bakarken hissediyordum. Ara Güler hâlâ bazan bana ‘sen benim fotoğraflarımı çocukluğunu hatırlattığı için seviyorsun’ der. Ben de ona onun fotoğraflarını güzel oldukları için sevdiğimi anlatırım. Böylece güzellik-hatıra ilişkisi üzerine konuşmaya başlarız.”