Bir kamera şakasının kurbanı gibi hissediyorum kendimi.
Oysa sadece Ali Poyrazoğlu’nun yazıp yönettiği “Az Sonra” oyununu yazmak istiyordum. O kadar!
Her zaman yaptığım gibi yazıma, bilgilerimi teyid ederek başlamıştım. Zira ara sıra da olsa zihnim bana muzip oyunlar oynayabiliyor. Bu yüzden “Ali Poyrazoğlu ve Az Sonra”yı google’ladım!
Ama o da ne? Ancak sayfa sayfa dolaştıktan sonra oyunun kadrosu gibi bilgilere ulaşabildim. Öncelik hep oyuncu kadrosunda yer alan Deniz Akkaya’ya verilmişti.
Bazılarınızın bu satırları okurken, “Ehh ne var bunda, çok doğal” dediğini duyar gibiyim. Ama demeyin! Çünkü değil.
Neden mi? Azzzz sonra!
Zira Ali Poyrazoğlu, bu oyunu tam da bu tür tepkilere karşı kurgulamış... Yani her gece koşa koşa gittiğimiz evimizde televizyonu açıp “ıssız bir ada”ya düşen yarışmacıları gözetleme takıntımız üzerine... Ya da yan dairede oturan o güzel kadının topuk seslerini duyar duymaz kapı deliğine koşma zavallılığımız... Veya ocaktaki tencereyi unutma pahasına pencereden ayrılmayan Rukiye teyzenin mahallenin “big sister”ı ünvanını kimseye kaptırmama telaşı...
Ali Poyrazoğlu, bize, herkesi ve her şeyi gözetlemeyi hak gören “Big Brother” devlet anlaşını yerden yere vurmamıza rağmen bizim de içimizde bir röntgenci barındırdığımızı anlatmış. Ve bunu yaparken de usta oyuncu Bülent Kayabaş’ın, Özdemir Çiftçioğlu’nun yanına Deniz Akkaya’yı koyarak bize muhteşem bir oyun oynamış. Daha doğrusu, zehir gibi zekasını anlamayanları oyunun bir figürü kılarken, bu zekanın keyfini sürenleri de izleyici koltuğunda altın bir tahta oturtmuş.
Nasıl mı? Azzzz sonra!
Çünkü Poyrazoğlu, Deniz Akkaya’ya tam da kendisini daha doğrusu “imajını” oynatmış. Her yeri estetikli, zekasından ziyade “bedeni” ile çalışan genç, hoş ve boş bir kadını...
Patronla olan ilişkisi sayesinde televizyon kariyerini asansörle çıkan... Tabii burada Deniz Akkaya’yı da tebrik etmek gerek. Zira kaç kişi, herkesin önünde kendisiyle dalga geçebilir! Kendi estetik ameliyatlarından gocunmadan “paramı estetiğe yatırarak iyi bir iş yaptığımı, bir gün karşılığını alacağımı biliyordum” diyebilir! Bence çok az. Ama o diyor, hem de gayet başarılı bir oyuncuklukla! Sanırım Ali Poyrazoğlu da bu yüzden onu ikinci kez sahneyle buluşturmuş.
Not: Oyun öncesinde kuliste Sayım Çınar ve Ali Poyrazoğlu ile sohbet halindeyiz. Söz, tiyatronun duvarlarını süsleyen Afrika, Uzak Doğu masklarına geliyor. Çünkü ben de Poyrazoğlu gibi maske koleksiyonu yapanlardanım. Hal böyle olunca ortak derdimize kilitleniyoruz: “Bu maskları ne yapacağız? Keşke bazılarını hediye edebileceğimiz bir müze, kültür merkezi olsa” diyoruz, olmadığını bile bile!
Çınar Ağacı’nın kutsal ailesi!
Vizyonda da gösterilen Handan İpekçi’nin “Çınar Ağacı” filmini festival kapsamında seyrettim. Açıkçası İpekçi, bu filmi ile beni hem şaşırttı ve hem de biraz rahatsız etti. “Büyük Adam Küçük Aşk” filmi ile anadil meselesini sinemaya aktaran İpekçi, bu kez Atatürk fotoğrafı ve gramafonu ile dolaşan dört çocuk sahibi, eşini kaybetmiş Adviye Hanım’ın hikayesini anlatmış. Eleştirim ya da şaşkınlığım, pek çok kişinin aksine, Adviye Hanım’ın Atatürk fotoğrafına bakıp “Eee, Paşam bugünleri de görecekmişiz” dertleşmeleri ya da çizdiği Cumhuriyet kadını imajı değil. Malum, kimileri bu tür kadınları “başöğretmen” (despotun, Cumhuriyet eleştirisi barındıranı!) tavırlı diyerek eleştirir. Bana göre ise hiçbir kişilik yargılanmamalı, hele sanat eserinde! Çünkü edebiyat veya sinema bize kişilerin hikayesini sunar, yargılarımızı değil!
Beni rahatsız edene gelince... Nurgül Yeşilçay’ın, Nejat İşler’in, Ragıp Savaş’ın, Jülide Kural’ın, Hüseyin Avni Danyal’ın rol oynadığı bu bol şöhretli filmin, tezi beni ürküttü. Yani her şeye rağmen “aile”nin bir arada tutulması gerektiği... Mesela kadınlar aldatılmış ya da şiddet görmüş olsa da!
Bu fikir bana çok uzak... Hem de ailenin her haftasonu, her şeye rağmen, ulu bir çınar ağacının gölgesinde yaptığı ve insana çocukluğunun o büyülü günlerini hatırlatan pikniklere rağmen...
(Özel istek: Filmdeki o çınar ağacı nerededir, bilen varsa bir mail atsın!)
Hepimiz röntgenciyiz!
Haberin Devamı