Ben spor yazarı değilim. Ağırlıklı olarak kültür-sanat odaklı yorumlar yapıyorum. Ancak Beşiktaş’ımızın Onursal Başkanı Süleyman Seba’nın ardından ben de birkaç söz söylemek isterim.
Çünkü Süleyman Seba hiçbir zaman sıradan bir kulüp başkanı olmadı. Başkanlık koltuklarına çöken çek ve senetlerin ağır yükü altında hiçbir zaman mahalle arasında, kimi zaman yalınayak oynanan o güzel sporu unutmadı. Futbolun her şeyden önce bir varolma yöntemi ve insanları mutlu eden bir oyun olduğunu da...
Ama en önemlisi elle gol atan Maradona’ya tüm dünya futbol otoriteleri “tanrının eli” yakıştırmasını yapsa da o kazanmayı, skoru hep ikinci sırada tutu. Onun için en önemli şey, galibiyetten çok ama çok daha üstündü ve onun adı da futbol denilen spordu.
Süleyman Seba, bugün tüketim kültürünün en önemli kalemlerinden olan futbolun ruhunu asla unutmadı. O, özel bir yemek yapıldığında “kokmuştur” diye yan komşuya bir tabak gönderen güzel insanların soyundandı. Rakibin yanında sevinmeyi yasaklayacak kadar... Öyle ya adamlar zaten yenilmiş, üzgünler... Yanlarında sevinmek onları ezmek değil midir!
İşte Seba’nın Beşiktaş’a, Beşiktaşlılığa aşıladığı bu güzel terbiye bugün kendilerini “delikanlı” diye tarif eden taraftar ve spor insanları ile sürüyor.
Süleyman Seba Türkiye futboluna büyük kalite kattı. Bu yüzden, spor yorumcularının bile küfür ederek konuşmayı, rakibi aşağılamayı maharet saydığı bir ortamda, yakasından eksik etmediği mendilinin ve şık ceketlerinin eksikliğini çok hissedeceğiz.
Bir de bakışlarını... Çünkü her şey bir kenara, Süleyman Seba çok güzel bir insandı ve insanın içine dokunan bakışları vardı.
Özetle: Biz Beşiktaşlılar’ın diğer taraftarlarda pek görmediğim bir özelliği vardır.
Yenildiğimizde bile, ki bu bir derbi de olabilir, rakip taraftarın yanında keyifle ve özgüvenle oturup sohbet etmeyi sürdürürüz. Çünkü biliriz, rakip kazanmıştır, ama Süleyman Seba bizim başkanımızdı!
Futbolun en güzel abisiydi Seba...
Haberin Devamı