Bu şehir beni yoruyor. Stresten bahsetmiyorum, iş hayatının yoğunluğundan da... Bildiğiniz yorulmaktan bahsediyorum.
Bu şehirde yürümek, araca binmek, bir yerden bir yere gitmek, birileriyle buluşmaya çalışmak beni yoruyor. Sıkıyor, daraltıyor.
Ayaklarımdan sonra bir de gözlerim çok yoruluyor. Tabela kirliliğinden ötürü bazen gözlerimi kapayıp çığlık atasım bile geliyor. Hele Üsküdar Meydanı’nda, o tabelalar yüzünden o güzelim tarihi camileri ve çeşmeleri göremez olduk. Bazen sırf bu yüzden gözlerimi kapayarak geçiyorum meydandan... Bir gün başıma bir kaza gelecek ya, neyse!
En çok da, yol kenarına dikilen, ufacık bir toprak parçası üzerinde var olamaya çalışan ağaç, fidan arası kalmış ağaççıkların hali beni yoruyor.
Yürümek istiyorum. Evet, yürümek... Hani emeklemekten sonra yaptığımız şey var ya, bu şehirde, güzel İstanbul’da bunu yapmak istiyorum. Kaldırım istiyorum, ayakkabılarımın topuklarının sıkışıp kalmayacağı, özenle yapılmış yollar istiyorum. Yürürken birden kendimi arabaların ortasında bulmak istemiyorum. Bir yaya olarak can güvenliği istiyorum!
Daha uzun süre İstanbullu olmaktan gurur duyamayacağımı bilsem de hiç olmazsa sırt ağrıları ile yatağa yatmak istemiyorum.
Tamam, kabul ediyorum 14 milyon nüfuslu bir şehir bu. İsviçre’nin toplam nüfusu 6 milyon. Tamam, yine kabul, aradan Boğaz geçiyor, şehrin genişlemesi çok zor. Tamam kabul, katman katman bir şehir bu, nereyi kazsanız tarih fışkırıyor, bu da şehri yenilemeyi zorlaştırıyor. Tamam, kabul tüm bunlara rağmen bir de müthiş bir cazibe merkezi. Sadece Anadolu’dan değil dünyanın dört bir yanından insan akın akın geliyor. Günlük hareket yoğunluğu 45 milyon. Ama biraz olsun, hayat kolaylaşamaz mı?
Ünlü mimar Sinan Genim’in dediği gibi şehir altıncı kez kuruluyor. Bu yüzden de hemen her gece televizyonlarda yoğun bir İstanbul tartışması var. Mimarlar konuşuyor, mühendisler konuşuyor, işadamları konuşuyor. Dinliyorum, dinliyorum, sonra da “Herkes haklı” diyorum. Ama sokağa çıktığımda yine yoruluyorum!
Sanırım bu ve benzeri birçok soruya 13 Ekim-12 Aralık tarihleri arasında düzenlenecek olan İstanbul Tasarım Bienali’nde yanıt bulacağız. Çünkü ilk kez düzenlenen bienalin teması “Kusurluluk.” Bu temayı öneren kişi ise Londra Tasarım Müzesi Direktörü Deyan Sudjic. İstanbul’un birçok kusurunun yanı sıra müthiş canlı bir şehir olmasından hareket ederek bulduğu önerdiği bir tema bu... Yani şehrin potansiyeline övgü içerirken yeni ve modern bir tasarıma ihtiyaç duyduğunun altını çizen.
Emre Arolat ve Joseph Grima’nın küratörlüğü yapacağı bienalde böylece kamuoyu vicdanını yerle bir eden Emek Sineması, Taksim Meydanı projeleri de uluslararası bir düzlemde tartışılacak. Çünkü bienale tüm dünyadan 30 ünlü tasarımcı katılacak.
Mimariden modaya kadar İstanbul’un potansiyelinin work-shop’larla, sergilerle, söyleşilerle ele alınacağı bienalde umarım şehrin kaldırım tasarımına ilişkin de öneriler gelir ve ben de artık eve girince yorgunluktan yatağa kadar emeklemek zorunda kalmam. Evrim geçirmiş bir şehrin sakini gibi yürürüm!
Pazartesi Akbank Kısa Film Festivali başlıyor
* İKSV İstanbul Film Festivali biletleri bugün satışa çıkıyor. Listenizi hazırlayıp erken saatlerde yola çıkmanızı tavsiye ederim. Zira kuyruklar her zamanki gibi uzun olacak.
* Rekor sayıda (557 filmin) başvurduğu Akbank Kısa Film Festivali pazartesi başlıyor. 10 gün boyunca sinemaseverlere dopdolu bir program sunan festivalin "Uluslararası Bölüm"ünde dünyanın saygın film festivallerinde gösterilen ve ödül alan kısa filmler de yer alıyor.
* Hafta sonu “Ne okuyayım, diyenler” için de, güzel bir polisiye önermek isterim. Carly Ferey’nin kaleme aldığı “Zulu” bir polisiye öykü üzerinden Güney Afrika toplumunu ve kültürünü anlatıyor. Güney Afrika"nın “şık vitrini” Cape Town"un ağır suçlar departmanında çalışan polis şefi Ali Neuman’ın yaşadıkları bizi bu vitrinin arkasındaki gerçek hayatla tanıştırıyor. (Zulu/ Carly Ferey/ İthaki Yayınları)
Evrim geçirmek, yürümek istiyorum!
Pazartesi Akbank Kısa Film Festivali başlıyor
Haberin Devamı