Dorothy Lamour Suzan!

Haberin Devamı

Bizim işin temposu yüksektir ama akşam saatleri daha da artar. Tabii sinirler de iyice gerilir. Kimi bindiği asansörde “Bu niye daha hızlı çıkmıyor” diye tepinir, kimi de kilitlenen bilgisayarlara “Sen de makine misin?” der.
İşte herkesin burnundan soluduğu bu anlarda içeriye “Çocuklaaar!” diyen neşeli ve cilveli sesiyle Leyla Umar girer.
Bir röportajdan veya basın toplantısından geliyordur ama emin olun araya iki sergi, bir de açılış sığdırmıştır. Sabahtan beri sokaklardadır ama yüzünden tek sıkıntı okunmaz. Herkese tek tek merhaba der, hâl hatır sorar. Bu öylesine bir soruş da değildir. Kimin ne derdi varsa bilir, elinden gelen yardımı da esirgemez. Sonra yazı işlerine uğrar, gündemini anlatır, odasına geçer ama kapısı ne zaman kapanır, ne zaman açılır, kimse fark etmez... O kimsenin fark etmediği bu sırada yazısını yazmış, fotoğraflarını seçmiştir bile. Ama “Akşama programım var” deyip çekip de gitmez, elle yazdığı yazısının dizilmesini bekler, varsa düzeltmelerini yapar. Sonra nasıl güler yüzlü geldiyse, o yüzle herkese “İyi akşamlar” diyerek bir başka habere gider...
Babası babamın ortağı annesi Rus’tu
Ne mutlu ki, bu özel gazetecinin anılarını kaleme almak gibi bir onura sahibim. Leyla Hanım’la yaz başında başlayıp sonbahara dek süren uzun röportajlar yaptık. Kimi zaman ağladık, kimi zaman güldük. Ne de olsa koskoca bir hayattı üzerine konuştuğumuz. Ama öyle bir hayat ki bu, her satırında bir şeyler öğretiyordu. Zira meslekte yarım asrı devirmiş bu kadın gazetecinin, anıları aynı zamanda Türkiye tarihinin bir başka kesiti, farklı bir okumasıydı.
Mesela geçen hafta yayımlanan “Adnan Menderes’in aşkları” röportajımda adı geçen Suzan Sözen gibi. Yani Yılmaz Karakoyunlu’nun “Bir şehvet fırtınası” olarak tarif ettiği, Menderes geldiğinde eşine “Sen içeri geç” diyen Suzan...
(Kim yok ki!) Ama biz ona Leyla Hanım’ın anılarında Suzan Sözen demiyoruz; “Dorothy Lamour Suzan” diyoruz. Neden mi? İşte Leyla Umar nehir söyleşisinde yer alan o bölüm:
“Babam bir arkadaşıyla Rusya’yla ticaret yapmıştı. Suzan onun kızıydı. Annesi Rus’tu. Dönemin ünlü artistlerinden Dorothy Lamour’a benzerdi. Beni de 14-15 yaşlarında Dorothy Lamour’a benzetirlerdi. Bu yüzden ona, “Büyük Dorothy, bana Küçük Dorothy” derlerdi.
Dorothy Lamour Suzan, babamın elinde büyüdü, Dame De Sion’u bitiridi. Çok güzeldi, babam onu sekreter olarak yanına almıştı sırf erkekler peşine düşmesin diye. Babam aklınca hem kızı koruyacaktı! Ama Dorothy Suzan, Adnan Menderes’in metresi oldu. O zamanki İstanbul emniyet müdürü ile evliydi. Mahkemede (Yassıada) Menderes lehine de konuşmadı. Oysa öbür hanım, operacı Ayhan Aydan çok güzel konuşmuştu; “Ben bu adamı sevdim” demişti. Suzan bir de kitap yazmıştı. Aşk kitabı. Babama göndermiş ve “sevgili amcama” diye imzalamıştı. Babam da, hiç unutmam, kanepedeydi, “Oku kızım, bakalım bizim Suzancık ne yazmış?” dedi. Ama okumaya başlayınca kala kaldım, zor okuyorum çünkü şehvet dolu bir kitaptı. Daha birinci sayfa bitmemiştim ki babam “Yeter Leyla” demişti, “Bu kadar yeter, okuma!” Babam kitabı fırlatıp atmış, “Yaza yaza bunu mu yazdı” demişti!” (Not: Kitap yazım aşamasında, yarısı bitti.)


Ahmet Türk dadaist olsaydı Sanskritçe konuşurdu!

Radikal gazetesinin yeni köşe yazarı Akif Beki, Ahmet Türk’ün Meclis’teki Kürtçe konuşmasını “dadaist bir çıkış” olarak yorumlamış. (27 Şubat) Çünkü bu konuşma “yerleşik kurallara, kalıplara, değerlere ve düzene başkaldırı”ymış. Bu şekilde mantığın mantıksızlığı gösterilmiş... Çünkü Ahmet Türk “geç bir dadaist”, estetiği inkâr eden bir ressam, kelimeleri saçma bulan bir yazar, anlamsızlığa inanan bir vaiz, siyaseti yıkmak isteyen bir siyasetçiymiş... İyi de Ahmet Türk’ün “geç bir dadaist” olabilmesi için Meclis’te Kürtçe yerine Sanskritçe konuşması gerekmez miydi? Ancak bu şekilde yani ölü bir dille konuşarak, anlamsızlığı ortaya koymaz mıydı? Dahası Ahmet Türk siyaseti yıkmıyor ki, kendi siyasetini ortaya koyuyor! Oysa dadaistler sadece var olan sanatı ve siyaseti (o da burjuva sanatı ve siyasetidir) değil kendilerini de reddedip yıkarlar! Bu yüzden Ahmet Türk geç bir dadaist olsaydı eğer, Meclis’te Sanskritçe konuşurdu!

DİĞER YENİ YAZILAR