Son iki yıldır hemen her yolculuğuma muhakkak iki kitap eşlik eder oldu. Paul Bowles'un "Esirgeyen Gökyüzü" romanı. Hani, Bernardo Bertolucci'nin "Çölde Çay" adıyla sinemaya uyarladığı roman. (Bu filmden de Teoman "İki Yabancı" şarkısında bahseder ve bence bu şarkı çok iyi bir roman uyarlamasıdır.) Çölün ortasında bir kadın ve erkeğin ya da Teoman'ın deyimiyle "birlikte ama yalnız" iki yabancının yolculuklarının hikayesidir bu. İki Batılı’nın Doğu'nun çöllerinde kendilerini ve Tanrı'yı arayışlarının... Diğer roman ise bir başyapıt, daha önce hakkında uzun uzun yazdığım Juan Rulfo'un "Pedro Paramo"su. İspanyolca'nın Don Kişot'tan sonraki kült romanı. Latin Amerika köylerinin kentleşmeyle ıssızlaşmasının hikayesi yani köyden kente göçün sonuçlarının... Ama aynı zamanda başka bir aleme göçün de hiyakesidir bu yani ölümün... Rulfo'nun büyük yazarlığı da budur işte, iki dünya arasındaki göçü bir toplumun yaşadığı sosyo-ekonomik değişimle buluşturmuştur.
Neden iki yıldır bu iki roman her yolculuğuma eşlik ediyor. Bunun yanıtını twitter'daki bir tartışma sırasında fark ettim. Özetle şunu diyordum; "Aslında Türkiye'de çok uzundur din hakkında konuşmuyoruz, konuştuğumuz siyaset!" Oysa din; maddi dünyanın ötesindeki "alem"le olan ilişkimizi tanımlamaya çalıştığımız yerdir. Yani tanımı kolay olmayan kelimelerin diyarıdır. Mesela bir ani ürperişi, bedenimizi ama en önemlisi ölümü anlamaya çalıştığımız yerdir...
Ama Türkiye'de dinin mistik boyutu hiç kalmadı. Konuştuğumuz sadece siyaset, oy oranı vs. Şahsen, çocukluğumdan hele hele köye olan ziyaretlerimden beri dünya ve evrenle olan ilişkimizi içeren tek söylem duymadım, okumadım da. Bir "ah" çekiş bile! Oysa bu iki kitap, başka konular üzerine yoğunlaşsa da "tanımlı dünyanın" dışında kalan alana dair de bir dil barındırıyor ve bu bizde yapılanın aksine slogan gibi cümleler, aforizmalar, siyasi-ekonomik analizler içeren bir dil değil. Tam da bu yüzden romanlardan biri gittiğim yerlerde "kaybolma" duyguma seslenirken diğeri de dönüş uçuşlarıma yani modern insanın "ölümü" en çok hatırladığı kavşaklarıma seslenir olmuş.
Umarım bir gün bu topraklardan da "tanımlanmış ile tanımlanmamış olan iki dünyanın da dilini arayan" romanlar çıkar. Ancak dünyanın bu coğrafyasında dinin dili o kadar siyasi ki, git gide bir çöl gibi sırrımızı içimize gömer olduk... Dönüp dolaşıp tüm cümlelerin "çölleşmeye" varması da tuhaf değil mi?
Dinin dili ve iki roman
Haberin Devamı