Belediye Sarayı’nın inşasında şantiye şef muaviniydi. 1965’te İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı. Adı İstilyanos Roidis...
Kendisini Leyla Umar sayesinde tanıdım. Adı; İstilyanos Roidis. 1928 doğumlu.
Aslen mimar.
Emekli olduğundan bu yana da çevirmen.
Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Feride Çiçekoğlu’nu da Oya Baydar’ı da Yunanca’ya o çevirdi.
Leyla Umar’ın “Geriye Yazılar Kaldı” isimli anı kitabını da Yunanca’ya o kazandırdı.
Tabii ki çok güzel bir Türkçesi var. Nükteli ve kıvrak... Dahası kelime oyunlarına, deyimlere hatta çağrışımlara bile hakim... Şöyle diyeyim; Türkçesi pek çok Türk’ün konuştuğundan daha zengin ve zarif.
“Buradan gitme Rumlardansınız değil mi” diyorum, gülümsüyor ve şöyle yanıt veriyor:
“İstanbul’da doğdum, Kumbaracı Yokuşu’nda.
İstanbul’da büyüdüm, Tarlabaşı’nda.
İstanbul’da tahsil gördüm, İstanbul’da büro açtım, İstanbul’da evler inşa ettim. Büyükşehir Belediye Sarayı’nın inşasında şantiye şef muaviniydim. Taksim’den Aksaray giderken Unkapanı Köprüsü’nü geçtiğinizde sağda büyük bir bina görürsünüz, eskiden Emlak Bankası’ydı, işte onu ben yaptım.
Askerliğimi de burada yaptım. Ama Ankara’da. Üç yıldızlı belgeler geçerdi elimden, itimat ederlerdi yani...
Ama 5 Temmuz 1965’te İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldım. Olup bitene daha fazla dayanamayacaktım.”
Yani çoğumuzdan daha İstanbullu Roidis. Hem de 6-7 Eylül olaylarında bile burayı bırakamayacak kadar. Bu yüzden İstanbul’a özlemini anlatırken “Demek ki bir şehri sevmek, bağlanmak böyle bir şeymiş, canın pahasına da olsa terk edememek...” dedim içimden. “O sıralar Yunanistan kalkınma sürecine girmişti ki mimar açığı çoktu. Herkes bana kızıyordu, deli misin, gitsene diye... Ama çok bağlıydım, gidemedim.”
Ama buna rağmen gitmek zorunda kalmıştı. Sahi nasıl bir duygudur insanın doğduğu evden, top oynadığı sokaklardan yeni bir hayata başlama arzusuyla değil de zorla ayrılmak zorunda kalması. İster inanın, ister inanmayın Roidis öfkeli değil. Onun yanıtında düşünmüş, taşınmış ve anlamış birinin dinginliği var.
Diyor ki “Halk hamur gibidir, siyaset onu istediği gibi yoğurur. 6-7 Eylül olaylarında ben bizzat zarar görmedim. Tarlabaşı Beyoğlu’na çok yakın olduğu ve Beyoğlu’nda tahrip edilecek çok büyük servet bulunduğundan sıra bize gelmedi! Oysa bizim de kapımıza işaret (haç) konmuştu. Tabii bir de bizi seven bir kapıcımız vardı, o da yardım etti. Birkaç kişi gelmiş kapıya, o da ‘Burada gavur yok’ demiş. Ama aynı adam iki saat sonra birkaç sokak ilerideki camları kırmıştı. Yani önce insanlık sonra o gün söylendiği üzere ’vatani’ görevini yapmıştı... Ama bu adamda günah yok! Çünkü ‘Temizleyin gavur malıdır’ denmişti. İşte propaganda böyle tehlikeyi bir şey... Bir başladı mı iyi insanı bile kötü yapabilir!”
Umar’ın imza kuyruğu
İstilyanos Roidis’in Yunancaya çevirdiği kitaplar arasında mesleğimizin duayenlerinden, yaptığı röportajlarla sadece Türkiye’de değil dünyada da adından söz ettiren Leyla Umar’ın “Geriye Yazılar Kaldı” isimli anı kitabı da var. Hatırlayacağınız üzere bu kitap yayımlandığında büyük olay yaratmış, günlerce konuşulmuş, kitapla ilgili haberler yapılmıştı. Ne de olsa söz konusu kitap Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede gazetecilik yapan bir kadının dünya çapında röportajlara nasıl imza attığını, onların perde arkasını anlatıyordu. Mesela Fidel Castro’yu nasıl röportaja ikna ettiğini ya da tüm dünyada bir anda patlayan ve Leyla Hanım’ın bugün oturduğu evi almasını sağlayan İdi Amin röportajı gibi. Yani okumayı bilenler için bu kitap aslında “mesleğe yeni başlayanlar için müthiş bir rehber”dir.
İşte bu nedenle, Roidis’e merakla soruyorum “Siz nasıl buldunuz kitabı” diye... Şöyle diyor: “Kitap çok enteresan. Beni bu tür kitaplarda ilgilendiren şey ekümenik (evrensel) bir fikre sahip olmasıdır. Dil, din, millet farkı gözetmemesi. Önyargıların olmaması. Leyla Umar’da bu hiç yok. Herkese eşit mesafeyle yaklaşıyor. Sonra çok enerjik ve girgin biri... Herkesle aynı şekilde, hiç yorulmadan, bıkıp usanmadan konuşuyor. Bu da çok çarpıcı sonuçlar doğurmuş, çevirirken çok keyif aldım.”
İşte Roidis’in, Leyla Umar’ın kitabını okurken hissettiği o enerji, geçen pazartesi günü Yunan Konsolosluğu’ndaydı ve müthiş bir ilgiye dönüştü. Aslında o gün görev süresi dolan Yunanistan Başkonsolosu Alexis Alexandris’in veda partisi vardı. Partide Leyla Umar için de kitabının Yunanca basılması nedeniyle bir de imza günü düzenlenmişti. Ama Leyla Hanım’a ve kitabına ilgi o kadar büyüdü ki bir süre sonra veda partisi aynı zamanda bir “imza günü partisine” de dönüştü.
Leyla Hanım’ı tanıyanlar bunun sıradan bir kitap imza günü ile sınırlı kalmadığını, onun herkesle tek tek konuştuğunu, hikayeler anlattığını hemen anlayacaktır. Tabii o anlattıkça ilgi daha da büyüdü. Ama sırf yanında durduğum için ona olan ilginin birazından nasiplenen ve bu ilgiye yanıt vermeye çalışırken bitkin düşen bir fani olarak ben ayakta duramayacak hale gelsem de, onda yorgunluktan eser bile yoktu.
Hatta tam aksine enerjisi yerinde durdukça çoğalıyor, yaprak yaprak açılıyordu. Şöyle diyeyim; onun hızına yetişmek imkansız, kimse denemesin. Bu nedenle bir süre sonra gözlerim de onu takip edemez oldu; nitekim en son “Bunun da mürekkebi bitti” diyerek üçüncü bir kalem istediğini ve biten kitaplara yenilerini ekleyenlere “Aa, 250’den çok mu imzaladım, hiç farkında değilim” dediğini hatırlıyorum.
Dip NOT
Bu hafta gerçekleşen yüzyılın deneyi “big bang” ile CERN bir anda gündemimize geldi. Aslında kitap okurları dünyanın en ünlü merkezlerinden olan CERN’e hiç de yabancı değildir. Mesela yazar Aslı Erdoğan aslında Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun bir fizikçidir ve uzun süre burada çalışmıştır. Ayrıca “Da Vinci Şifresi” ile tüm dünyada best-seller olan Dan Brown’un “Melekler ve Şeytanlar” romanı burada geçer ve yine CERN’ün en az “big bang” deneyi kadar ilgi gören bir diğer çalışmasını, karşı-maddeyi, konu alır. Son olarak bugün kullandığımız internet CERN çalışanlarının iç yazışmaları sonucunda bulunmuştur.
Burada doğdu, burada yaşadı, evler yaptı ama bir türlü barınamadı
Önemli yazarlarımızdan Feride Çiçekoğlu ve Oya Baydar’ın kitaplarını Yunanca’ya çevirdi
Haberin Devamı