Giyim-kuşam hiçbir zaman insan bedenini soğuktan ya da diğer dış faktörlerden koruyan bir teknik olmamıştır. Antik kazılardan tutun da Batı ve Doğu resimlerine kadar nereye baksak giyim denilen şeyin, bir kültürün estetik dışavurumu olduğunu görürüz. Elbette statünün de. Hatta “giyim” kişinin kendi bedenini sanatsal bir malzeme gibi kullandığı bir performans olarak da karşımıza çıkar. Michael Jackson ve Zeki Müren’de olduğu gibi. Kısaca giyimin anlamı da sınırı da hiçbir zaman bir kot-bir tişörtle sınırlı kalmamıştır, giydiğiniz bir kot-bir tişört olsa da!
Buna rağmen, iş günlük hayata gelince giyim-kuşam küçümsenir. Daha doğrusu giyimi üzerine düşünen, zaman harcayanlara “sığ kişi”gözüyle bakılır, moda sektörü de sadece tüketim toplumunun bir ürünü olarak yorumlanır.
Muhafazakârların resmi kıyafeti
Aslında bu çok doğal çünkü daha yüzyıl öncesine kadar giyim zevkimizin dışavurumu hem cinslerimizle sınırlıydı. Batı kadını bireysel kimliğini giyimi üzerinden kamusal alanda ifade edebilme zeminine sahipken, bu topraklardaki kadın giyimi ise; kartpostallara, kitaplara Ermeni kadınının, Rum kadınının, Müslüman kadının giyimi diye yansıyordu.
Ancak ilerleyen teknoloji ile tekstil ve bakım ürünleri çok ucuzladı. Güzele ve şık olana ilgi çok büyük. Dahası sosyal medyayla birlikte “stil” kavramı her geçen gün önem kazanıyor. Ve ne yazık ki Türkiye buna da birikimsiz yakalandı ve ortaya kendi bedeninden, oranlarından habersiz ama anoreksik mankenlere benzemeye çalışan bir kadın zevki çıktı. Kapalı kadınların durumu ise daha zor. Nitekim buna Orhan Pamuk, yeni romanı “Kafamda Bir Tuhaflık” için yapmış olduğumuz röportajda da değinmiş ve şöyle demişti: “Blue jean ya da eteğin üzerine pardösü, bir de başörtüsü. Muhafazakâr kadının resmi kıyafeti haline geldi. Bunu güzelleştirmek kimsenin aklına gelmiyor, kimse onlara yardım etmiyor. Erkekler devlet adamından memuruna bakkalına kadar kravatını takıyor ve Batılı bir başbakan gibi geziyor. Ama eşleri değil, birbirinin kopyası gibi giyinen kişiler. Üstelik adeta fark edilmemek için giyiniyorlar. İcat edilmiş kıyafetler bence bunlar. Batılılaşmış kesimimiz de muhafazakârların modernleşmeye çalışan bu kıyafetiyle dalga geçiyorlar.”
Yani ihtiyaç büyük. Nitekim bu ihtiyacı yine en hızlı televizyon dünyası fark etti ve yeni yeni programlar yapılmaya başlandı. Bu programlar tutar, tutmaz, neyi değiştirir, bu apayrı bir tartışma.
‘Moda Kültürü Programı’
Ancak şunu söylemek isterim, Türkiye kitap piyasası uzun süre edebiyat ağırlıklı bir çizgi izlediği için günlük yaşama dair kitaplar “yok” denecek kadar az basılıyordu. Yani giyim-kuşam kültürümüz entelektüel dünyadan da destek alamadı. Birkaç istisna hariç moda ve tasarım sektörü de bir birikim oluşturma çabasına girmedi.
Bu yüzden modayı bir yaşam biçimi olarak benimseyen, tasarım kültürü ve marka bilinci yüksek yaratıcılar yetiştirmeyi amaçlayan Vakko Esmod Moda Akademisi gibi kurumları hele hele bunların kamuya açık etkinliklerini çok önemsiyorum. Vitali Hakko adına açılan moda kütüphanesini ise özel bir yere koyuyorum.
3 Mart’ta başlayacak ve bir ay sürecek olan son programları ise tam da uzun uzun anlattığım bu mesele ile ilgili: “Moda Kültürü Programı.” Moda tarihini 1920’lerden başlayarak, 10’ar yıllık zamanlar diliminde ele alan bu programda hem moda dünyasının ikonları, tasarımcıları anlatılacak hem de değişen estetik ve tasarım anlayışları. Yani giyim denilen şeyin başlı başına bir kültürünün ve tarihinin olduğunu aktarıyor.
Umarım bu tür etkinlikler artar ve moda- tasarım denilen o büyük dünya “bilinçli” bir şekilde hayatımıza girer. Çünkü güzellik de çirkinlik gibi bulaşır.
Bu tarz senin Türkiye
Haberin Devamı